10 Aralık 2011 Cumartesi

Joyce Anlatısında Ayrışım (2)

Joyce anlatısında,sanatçının başkalaşımlaşması ya da şematikleşmesi ama tüm bunlar olurken zihen ve ruhen ayrışımlaşması meselelerine değinirken, üstünkörüde olsa modern edebiyat sürecine değinmemiz gerektiğini düşündüm.James Joyce,post-modern edebiyatı dünya çapında hayata hazırlayan öncü bir sanatçıydı.Çoğu duayen gibi bu isimde ilk başlangıçta geniş bir yankı uyandıramadı fakat sonraları edebiyat tartışmalarının Proust,Baudelaire,Musil ile anılan en önemli isimlerinden biri oldu.Modern edebiyatın,William Faulkner ile özdeşleşen bilinç akışı tekniğini eserlerinde sahici bir temaya dönüştürdü ve hikaye anlatım tekniklerinden,üslup kullanımına uzanan geniş yelpazede alışılagelmiş biçemsel kalıpların ötesine tırmandı.Bu ve önceki yazımda bahse açmaya çalıştığım ”Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi” romanında, hem edebiyattaki bu dönüşümü,hemde bu dönüşümden payını alan sanatçı oluşumunu incelemekti.Konuya ilişkin en doğru kelime olarak düşündüğüm ’ayrışım’ böylece netlik kazandı.İki taraflı bir ayrışımdı bahsedilen.Yani,modern edebiyat ve onun izdşümünü bireysel manada sağlayan bir sanatçının (Stephan) birbirlerine denk düşen ’ayrışım’ları...

Bu türden ayrışımın eşiğinde sallanan ve türlü toplumsal normların izleğinde bir kimlik mücadelesi veren bir gencin,hayatta karşılaştığı olayları ve onu kıskacına alan dayatmaların karşısında nasıl bir çehreye büründüğü oldukça anlam kazanıyor.Öncelikle,ev ve okul hayatında sembolleşen otoriter figürlerin varlığı ve bu figürlerin alınan kilit kararlardaki hakimiyeti, peşi sıra kabulleniş ve kopuş süreçlerini de beraberinde getiriyor.Önceki yazımda kopuş süreçlerinin sürekliliğine vurgu yapmıştım.Aşama aşama ele alındığında,çocukluk ve sonraki gençlik yılları bu kopuşların en belirgin yaşandığı evreler.Örneğin,tanrının mutlak varlığı ve onu kabullendirici tüm ara araçlar (öğretmen,okul,papaz) ın kuşatılmışlığında, çocukluğa dair tek tük bellekte yer etmiş sorular...Tanrı var mıdır? Günah vicdansal bir yük mü yoksa arınan bir ruhun hafiflemesi ve benliğin yeniden yaratılması mı? Bu tipten soruların uzun betimlemeler eşliğinde bir tür iç hesaplaşma anlarında ayyuka çıktığın görüyoruz.Stephan'ın kirlenmişlik karşısında, günah çıkarmaya gittiği o ikircikli ruh halinin hezeyanları da kitabın kırılma anlarından birine tekabül ediyor.Bu aynı zamanda,işlenen ilk günahın (seks) sembolleştiği büyülü kısımlardan biri.Stephan'ın imgelem dünyasında yer eden öncü ’kadın’ motifinin,sanatçı parıldayışındaki ’ayrışım’ı nasıl ortaya çıkardığını şu muazzam satırlardan çıkarmak çok güç değil:

”Kızın imgesi ruhuna işlemişti sonsuza kadar ve hiçbir söz bozmamıştı coşkusunun kutsal sessizliğini.Kızın gözleri onu çağırmış ve ruhu hop etmişti bu çağrıya.Yaşamak,yanılmak,düşmek,kazanmak,hayattan hayatı yaratmak! Yabanıl bir melek belirdi önünde,ölümlü gençlik ve güzelliğin meleği,hayatın şen saraylarından bir haberci,bütün yanılgı ve zafer yollarının kapılarını ona açmak için.İleri ve ileri ve ileri ve ileri!”


Stephan işlediğini düşündüğü ilk günahın da,kefaretini ödemeye hazır boyun eğişinin de,yarattığı,sevdiği,yakındığı,taptığı kadının varlığını da,imgelem dünyasında hep diri tutuyor.Yalnızlığa karşı direnmemeyi seçiyor.İnanmadığı hiç öğretinin (kilise ve tanrı) peşinden süreklenmeyeceğini arkadaşına itiraf ettiği bölüm, ondaki oluşumu en berraklaştıran odaklardan biri haline geliyor.

James Joyce'un kendi imgeleminde kendi portresini yarattığı Stephan karakterini okurken,günah sembollerinin sanatçı başkalaşımında ki (ayrışımında ki) yerini gerçek anlamda açıklığa kavuşturmamız gerekmekte.Bir nebze modern edebiyatının tarihsel aşamalarını daha iyi tanımlamak ve bugünün sanat eğilimine daha taze soluk verebilmek adına.

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder