21 Kasım 2013 Perşembe

Geleceğin Edebiyatında Kaybın Estetiği


Walter Benjamin, Nikolay Leskov üzerine yazdığı bir denemede anlatıya dayalı aktarılabilir deneyimin yok oluşuna tanıklık etmek ister. Gönüllü bir tanıklık değildir bu. Daha çok, insanın yaşam süresi boyunca tüm edimlerine yön veren,  geçmişle kurulan kendilik ilişkisini an/anılar parçalarıyla çoğullaştıran, şimdinin mevcut gerçekliğiyle geleceğin isimsiz mevcudiyetini geçirgenleştiren insanlık halinin kırılgan imgesi ”mutluluk”la ilgili bir tanıklıktır o. Çünkü, der Benjamin ”mutluluk imgemiz kurtarma ve kurtarılma imgemizle birliktedir.” Deneyimi, ”stratejik deneyimin siper savaşı” ndan,  ”iktisadi deneyimin enflasyon” undan, ”bedensel deneyimin mekanik savaş” ndan, ”ahlaki deneyimin iktidar sahipleri” nden çekip almaya, onu yendien kurtarmaya ve böylece mutluluk arayışını ”kötü tanıklıklar” dan elde etmeye çalışan bir yazardır Benjamin. Böyle bakılınca ”Hikaye Anlatıcılığı”, anlatan ile dinleyiciler arasında kurulan ve sözlü aktarım ile geleceğe taşınan ortak bir deneyimin adıdır. Bu noktada, ”hikaye anlatıcılığı” nın yerini almakta olan enformasyon çağına karşı parçalara bölünmüş, eski dönemlere saplanıp kalmış, ’yitip gitme tehdidi” ile karşı karşıya kalan bir geçmiş imgesini kurtarmaktır esas olan. Yani, deneyimi yeniden canlandırmaktır. 

Karşımızda ”geçmiş” ve ”gelenek” gibi muhafazakarlığın bolca beslendiği bir alanı, egemen siyasetin otantik/dilsel simgeler aracılığıyla piyasanın seferberliğine sunduğu bir kültürel atmosferi ”tehlike anında” kurtarma perspektifinden okumaya, ”geleneği hakim sınıfın, onu hükmü altına alan konformizmin elinden çekip almaya” gayretli bir yazar var. Başka bir deyişle, kaybolmakta olan geçmişi geleceğin tüketim/pop nesnesine dönüştürmeme, onu deneyimin bir parçası kılma isteminin var ettiği bir yazar... Burada her ne kadar geçmiş/gelenek söz konusu olsada asıl olarak kurtarılması gereken deneyim, nesne, simgelerin  ”gelecek” e aktarılması, yıkıntılardan oluşan tarih, söz ve sanat imgelerini ”gelecek” fikri üzerinde temellendirme gayesi olduğunu söyleyebiliriz. Benjamin'in tarihten estetiğe estetikten edebiyata kadar kurcaladığı hemen her meselenin altında deneyimi geçip gitmekte olanın, kayıp zamanın, yitik nesnelerin etrafında gezdirip ”gelecek” üzerine inşa etme arzusu onun aynı zamanda tarihsel maddeciliğini de en iyi şekilde karakterize eden şeydir. Baudelaire'in ”Geçen Bir Kadına” adlı şiiri hakkında düşünürken bir kimsenin arkasından atılan son bir bakışta, kalabalığın içinde hemen yitiveren iki insanın anlık göz göze gelişinde deneyimin kendisini görür. Ya da Proust'un ”Kayıp Zamanın İzinde” sinde yazma eylemini ”edebiyatla hayat arasında gittikçe artan uyuşmazlığın alabildiği en yüksek fizyonomik ifade” biçimi olarak onda deneyimin yeni imkanlarını bulmakta gecikmez. Gerçeküstücüleri eleştiririken de doktor kontrolünde kullandığı afyonun nesneler dünyasıyla ilişkisine yönelir ve onları sürreal alanın dışına taşımak, dünyevi ve maddeci kılmak, devrimci deneyimin enerjisine yöneltmek gereğinden bahseder. Tüm bunlarda Benjamin'in deneyimi kurtarma ve onu farklı yollarda yeniden yaratma kaygısının sürüklediği bir  ”gelecek” imgesi belirmiş olur. Bu doğrultuda birtakım soruların varlığı önem kazanıyor. Deneyimi yeniden yaratmanın bir geçmiş imgesiyle, geçmişin yitirilme tehlikesi taşıyan unsurlarıyla doğrudan ilişkisini hangi araçlarla sağlayabiliriz? Örneğin bu araçlardan bir tanesi edebiyatsa geleceğin edebiyatını kaybedilenin, kaybedilene duyulan hüznün deneyiminde kurma pratiklerini nasıl ortaya atabiliriz? Toplumsal, siyasi ve tarihsel değişimler hangi koşullarda neleri kaybetmemize, hangi deneyimleri yitirmemize neden oldu? Egemen sınıfın kültürel kodlarına, kitle kültürünün arzu ve beklentilerine uyumlu, konjoktürel/ideolojik ihtiyaçların giderilmesine yönelen sanatsal üretimler geleceğin edebiyatını yaratırken nelerin üzerine basıp geçti? Benjamin'in metinlerine aşina olanlar onun ”tarihsel maddecinin asıl meselesi...” şeklinde ele aldığı konuları gayet iyi bilirler. Nurdan Gürbirlek'in Tanpınar'a atfen söylemiş olduğu şu iki kelimeyi tarihsel maddecinin serencamında okumak böylece mümkün hale geliyor:  ”Kayıp estetiği”. Benjamin'in farklı temaları birarada işleyen metinlerinde temel kaygının ”kayıp estetiği” ni yaratma çabası olduğu söylemek güç değil. Öyleyse şöyle bir soru karşımıza çıkmakta? ”Kayıp estetiği” ni geleceğin edebiyatını oluşturmada bir imkan olarak görebilir miyiz? 

Edebiyatın Türkiye'deki geleceğini ele almak kuşkusuz değişen toplumsal dinamikleri, 12 Eylül sonrası oluşan kültürel ortamı iyi irdelemekten geçiyor. 12 Eylül, bir faşist darbenin kaybettirdiklerini nicelik olarak salt  baskı, işkence ve kıyımlardan ibaret olmadığı gerçeğini göstererek; ters yönde özgürlük ve bireysellik söyleminin her yere nüfuz etmesine, daha önce hiç olmadığı kadar cinselliğin söze kışkırtılmasına, Nurdan Gürbilek'in yerinde saptamasıyla kültürel iklimin iki ucunun birinde sözün baskılandığı diğer taraftında sözün patlak verdiği bir dönemin koşullarını hazırlamaya itmiştir. Bu koşullar üzerine yerleşen edebiyatın en çok deneyimin eksikliğine daha kötüsü neo-liberal kültürel piyasanın tekelinde yeniden üretimine tanık olmaktayız. Böylesi koşullarda deneyimi yitip gitmekte olan bir kaybın, o kayıptan beslenen bir edebiyatın merkezine yerleştirmek en büyük ihtiyaç olarak karşımıza çıkmakta.

12 Eylül sonrası kültürel ortam kendisini en çok bireysellik söylemi üzerine inşa etti. Kolektif değerlerin, dayanışma ve örgütlülüğün arkaik sayıldığı, onun yerine girişimcilik ve rekabetin ön plana çıktığı yeni deneyim alanlarını yarattı. Edebiyat, söz konusu deneyim alanlarını resmi ideoloji ve çağın bireyci ihtiyaçlarına göre belli başlı kategorilere ayırdı. Küresel kapitalizmin yaşamın her alanını kuşatan yayılmacılığının etkisi ile edebiyat yayın sektörünün pazarlama aracına dönüştü. Hal böyle olunca, 12 Eylül'de yaşanan kayıpların, yitirilen değerlerin anısına sahip çıkabilecek, darbenin yıkıcılığına doğrudan dahil olanların söz, söylem, algı ve pratiklerinde deneyimin devrimci enerjisini dönüştürebilecek,  ”kaybın estetiği” ni bir tür anlatı zeminine yansıtabilecek ”başka bir edebiyat” ın varlığı devam etti etmesine fakat onu üretecek mekanizmaların aşındığı bir dönemin hezeyanları halen sürdürüyor. Deneyimin sektörel bazda departmanlaştırılması, içinin boşaltıp kitle kültürünün beklentilerine sunulması ise edebiyatı sınırlamalarla ifade bulan bir mutlakiyetçiliğin hakimiyetine itti. Kısacası, deneyimin kaybı tamda Şükrü Argın'ın harika saptamasıyla ”belirleyici olanın edebiyatın ’muhafız birlikleri’ değil, ’piyasanın taaruz’ birlikleri olduğu” bir alanın içinde gerçekleşti. Şimdi sorulması gereken şudur: Benjamin'in enformasyon çağına karşı ”hikaye anlatıcı” nın izinden gitme ısrarındaki o duygu ”piyasanın taaruz” birliklerinde düğümlenen ”dehşet” değilde nedir?  Bu dehşet duygusundan beslenen bir edebiyat eğer ki ”gelecek”e taşıncaksa , yitirilenlen/kayıp edilen zamanın kaydını tutacaksa, bir ”itiraz”dan öte ”isyan” ın edebiyatı olacaksa ”kaybın estetiği” ni yaratmakla sorumludur diyebilir miyiz?    

Sonuç olarak, ”Geleceğin edebiyatı” nı konuşurken biçimsel, türsel ve politik adlandırmalardan belli oranda kaçınmaya çabalamak; edebiyatı belli ahlaki ve ideolijk kalıpların nesnesi, onu kültür endüstrüsünün bir parçası kılmaya meyilli bir ”tarih” anlayışını reddetmekle eşdeğer bir tutumu gerekitiriyor. Örneğin yakın zamanda muhafazakar edebiyat olur mu olmaz mı sorusu etrafında dönen beyhude tartışmaları  kabaca ” olamaz” şeklinde cevaplama gereği belki de bundan. Daha önemli bir başka nedeni, tarihi kazananların cephesinden; bir ihtişamın, zaferin, haşmetin ”ruh” undan okuma ısrarı, kültürü egemen sınıfın ehlileştirici doğasına kanalize etme gayreti, sanatı siyasal rejimin sınırlarına devşirme arzusu en nihayetinde ”geleceği” biçimlendirme isteminden ayrı düşünülemeyeceği için. Muahafazakar sanat böylesi bir ”gelecek” fikri üzerine kurulabilir ancak. Herşeyden önce, 12 Eylül sonrası oluşan toplumsal tahribatın, , tarihin ağır yükü, yarattığı yıkım ve bireysel çöküşden, hatırlamanın ebedi bir unutuşa sürüklenme halinden mustarip bir geçmiş imgesini ”hikaye anlatıcı”nın kayıp deneyimiyle aşmaya çabalayan edebiyat ancak ve ancak bir ”gelecek”e taşınabilir. Kanımca, Benjamin'i bu denli önemli kılan şeyde düşünsel hayatını bu çaba etrafında yoğunlaştırmasıdır. 

Not: Bu yazı Lacivert'in 54.sayısında yayınlanmıştır.

andacyazli@yahoo.com