Şimdi onlardan birindeyim.Korkusuzsa yaslandığım arka sıranın sert gövdesine aldırış etmeden garip bir acı duyumsuyorum.Okula yetişmenin günlerce tekrarlandığı anlardan birinde,elimdeki romanın bitmeyen yollarını bir bir sayıyorum.Ne kadar sayfa kalmış? Satır aralarında kaybolmuş,haz köprüleri yıkılmış bir okuyucunun sıkılgan tavıları değil benimkisi,sevimsiz arka köşeleri bir yolculuk hayallerine dönüştüren Stephan Dedalus'un yaşamı.Yani,İrlandalı büyük yazar James Joyce'un yarı otobiyografik eserine taze kan vermiş karakterin yaşamı.Daha ne kadar sayfa anlatabilir ki diye geçiriyorum aklımdan; sevimsiz arka köşeleri arayan bu sanatçı ruhun yolculuğunu.Kısa bir yolculuğun anlık deneyimleri gibi de değil üstelik.Besbelli, ”Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi” ni yansıtan uzun bir yolculuğun en sessiz köşesinde sineye çekilmiş gençliğin iç çırpınışları...Ama nasıl gençliğin diye soruyorum,benzerlikler arıyorum tüm şehirlerin yokuşlarında kendisini arayan,olmadık yollara sapan,yeni keşiflerle usanmayan,sonrasında sanat denilen dik yokuşun doruğunda özgürlüğe haykıran gençliği?
Çocukluk anıları ailenin rutinleşen akşam yemeklerinde,büyük anne ve babaların pörsük,yumuşak tenlerinin sıcaklığında,beklenen ve beklenmeyen tüm misafir kahkalarında bir yere oturmuştur böylesi gençliğin.Nasıl ki,Stephan'ın sömestr tatilinin ürkekçe hayallerini kurduğu, ölgün ışığını esirgemeyen penceresinden dışarıya baktığı o okul yıllarında ki parlayan düşüncelerinde olduğu gibi ...Daha küçükken haksızlığa uğramışlığın müşfik ruhunda kuralsızca oynanan oyunun küskünlüğüne çok aldırış etmeden,bedenini arayan sanat ruhunun coşumculuğu değil midir otoritenin karşısına çıkaran onu,onun çocukluk anılarını? Tanrının ve onun yeryüzü erdeminin ve tüm dünyevi ruhları korkutan ve boyun eğdiren günahların ilk ve bitmeyen yolculuğudur Stephan'ı arka köşelere oturtan. Okul arkadaşlarının arasında en sevdiği şairin isimini söylerken bile, dinsizlikle suçlanması,içinde bir sanatçının portresini yavaş yavaş ören dokuma işçisinin varolduğunu gösteriri bize.James Joyce'un içinde büyüyen,nefes alışını yaratma ve sormayla sağlayan,doymak bilmez üretim şevki tamda böyle birşeydir.
Şimdi sağa sola çarparak,kapı kenarından bir çırpıda süzülerek ya da sırasının kendisine gelmesini bekleyerek hızlı terkedişlerin meydanına dikiyorum gözlerimi.Stephan gibi bende yerimden kımıldıyamıyorum henüz.Hem de sıranın bana geldiğini bildiğim halde.Çocukluktan alınarak yaşamın kademe kademe sağlandığı,neyin nasıl ve ne amaçla yapılacağını kulaklara fısıldıyan sözlere şimdilik kulak asmıyorum.Kitabın okunmamış sayfalarına göz gezdiriyorum : evet,daha çok var.Oturduğum arka köşemde, dışarının kaygan kaldırımlarını gösteren camından kendi silüetimi görüyorum.Stephan'ın portresi canlanıyor zihnimde : ”Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi”.
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder