18 Kasım 2011 Cuma

’İyi Olanın Tarifi’

 Badiou ünlü eseri Etik’te temel bir postulat öne sürüyor: Bugünün politik / sistem karşıtı hareketlerinin öncelikle kötünün ne olduğunu tanımladıklarını; iyininse ancak kötüden hareketle tarif edildiğini ifade ediyor. Dolayısıyla Badiou için öncelikli devinimin, yani “priori ” olanın, iyi olanın tarifi ve bu tarif üzerinden politik duruşun hatta “praksis” in gerçekleştirilmesidir. Badiou bu önermesi ile temel bazı dikatomileri de tahayyül etmemize olanak sağlıyor. Özellikle Foucault’ nun “deli- akıllı”, “hasta- sağlıklı”, “tembel- çalışkan”, “yoksul-zengin” gibi dikatomilerini ele aldığımızda,  iktidar teknikleri ( bu teknikler için bknz: Foucault, Hapishanenin Doğuşu) aracılığıyla daima öncelikli olarak “anormal- normal” çatısı altında birincilerin tecrit edildiğini görmekteyiz. Kuşkusuz ki iktidar, ikinci olguların korunmasını birincilerin tarifi üzerinden gerçekleştirir. Bu doğrultuda “iktidar ve direnç” olgularını da temel bir dikatomi olarak düşünürsek; toplumsal muhalif hareketler özellikle Marxistler özelinde daima iktidarın / kapitalizmin ne olduğu tanımlanır, daha sonra buradan yola çıkarak alternatifin / direncin ne olması gerektiği tariflendirilir. Nitekim Marxistler resmen açık bir tuzağa düşüp iktidar tarafından kıskaç altına alınırlar diyebilirim. Çünkü Sanem Güvenç ve Sibel Yardımcı’ nın dediği gibi her iki durumda da ilk tanımlanan, hareketi başlatan, yani direnişi önceleyen iktidardır. Daha açık bir ifadeyle, genel kanıya göre her zaman iktidarın kurallarını koyduğu düşünülen bir düzlem var önümüzde…


 Son kertede, “iktidar-direnç” ikiliğinde direnci belirleyen, daima iktidar olmuştur. Çünkü direnç grupları tekrardan belirtmek gerekirse özellikle Marxistler toplumsal muhalefetini; kötünün yani iktidarın, yani kapitalizmin ne olduğu üzerinden yola çıkarak ortaya koyar. Bu da kapitalizmin yahut iktidarın karakterize ettiği bir “direnç” den başka bir anlam ifade etmemektedir.


Michel Foucault
 Foucault iktidar- direnç meselesini şu sözlerle açıklığa kavuşturuyor: “İktidar ilişkileri kaçınılmaz olarak direnişe yol açar, her an direniş çağrısı yapar, direnişe imkân tanır ve direniş imkânı olduğu için, tahakküm uygulayanın iktidarı çok daha fazla kurnazlıkla tutunmaya çalışır.” Foucault da bana hak verircesine iki önermenin altını kalınca çiziyor. Birincisi, iktidar zaten direnç yaratır ve direnişe imkân tanır, ikincisi ise iktidarın çok daha fazla kurnazlıkla tutunmaya çalıştığıdır. Marxistlerin iktidarın bu kıskacında sıkışmalarının şüphesiz ki birçok sebebi var; ancak kanımca Foucault şu iki postulatıyla bunu çok daha net özetliyor: A. Muhalifliğe, bir ideoloji vermek ne derece anlamlıdır ki ben muhalifliğe araçlar yüklenmesini gerekli bulmuyorum B. İktidar ne herhangi bir sınıfın, bir grubun, bir odağın tekelindedir ne de kaynağı tek bir noktadan yayılır.


Montesquieu
 Kötünün ne olduğunun betimlenmesi üzerine buradan hareketle iyi olanın tarifinin ve iktidardan bağımsız bir direnç uygulamasının tarihsel önemimin kuşkusuz bir başka boyutu daha var. O da tarihin hangi taraftan ilerlediği sorusudur. Marx “ Felsefenin Sefaleti’nde ”  “tarih kötü taraftan ilerler ” demişti. Nitekim tarih, Marx’ ın dediği gibi adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün ikna gücüyle değil;  krizlerin, savaşların, sınıf çatışmalarının ekseninde ilerliyor. Kuşkusuz ki bu tartışma Hegel’den Marx’ a, Marx’dan Balibar’ a, Balibar’dan Benjamin’ e kadar uzanan tarihsel ilerlemecilik tartışması. Ayrıca bu tartışma ancak başka bir yazıda ayrıntılı bir biçimde ele alınabilinir. Yine de küçük bir parantez açmak gerekirse Marx’ın bu sözlerini Hegel’in “ tarihi gelişmenin rasyoneli ağır basacak ve kötüden iyi doğacak önermesine ilişkin verdiği bir cevap niteliğindeydi.


Walter Benjamin
 Montesquieu sanki bu tartışmaya yıllar öncesinde metafiziksel minvalli bazı önermeleriyle katkıda bulunmuş. Montesquieu cumhuriyetçi, monarşik ve despotik olmak üzere üç hükümet tipolojisi yaratır. Birincisi, cumhuriyet ya da demokrasi: halk kütlesi veya aristokrasi veya oligarşi en üst erki elinde tuttuğu zaman. İkincisi, monarşi: prens belli temel yasalarla uyum içinde yönettiği zaman. Üçüncüsü, despotik: devlette böyle temel yasalar veya yasa koyucular ve yasa koruyucular olmadığı zaman. Cumhuriyetçi hükümetin ilkesi yurttaşlık erdemidir; monarşik hükümetin ki onur ve despotizmin ki ise korkudur. Montesquieu,  hakkın, eşitliğin, adaletin ve özgürlüğün geçerli olmadığı despotik devlet tarifinde hükümdarın yani fiziksel dünyanın mutlak gücünün sınırlayıcısını din olarak belirlemektedir. Despotik devlette kurallara ve yasalara bağlı olmayan yönetim vardır. İşte tam bu noktada Montesquieu dine Merton’cu analizle söylemek gerekirse açık ve kapalı işlev tadında bir fonksiyonellik kazandırmaktadır. Yani din, kanunların bittiği veya eksik kaldığı yerde başlar diyor Montesquieu.  Ona göre ancak din kuralları değişmez, çünkü amacı tek ve değişmez bir mükemmelliğe, "en iyi" ye yöneliktir; oysa kanunların amacı, gerçekleşmesi mümkün türlü 'iyi" lere yöneliktir. Dolayısıyla Montesquieu, akıl insanları iyi olmaya zorlar ve o akıl Tanrı’yı da iyi yaratır demektedir. Fakat Montesquieu’nun unuttuğu bir durum var Max’ın dediği gibi “tarih asla iyi taraftan ilerlemez, kötü taraftan ilerler”.  Walter Benjamin ise; Hegel ve Marx’ ı her şeyi kötülüğün üzerine inşa etmekle suçluyor ve “ tarih kötü taraftan ilerlemez, tarihin kötü tarafı ileler ” diyor. Tarihin kötü tarafı ilerliyorsa Tanrı’nın da kötü tarafı ilerliyor demektir.


 Marxistlerin temel yanılgısı olan “iyi” nin kötüden hareketle tarifi meselesi, gösteriyor ki tarihin hangi tarafı ilerliyor? tartışmalarının bir tezahürü olarak gerçekleşmektedir. Evet, Benjamin’ in dediği gibi “ tarihin kötü tarafı ilerler” fakat bu demek değildir ki “kötü” den bağımsız bir “iyi” nin tarifi yapılamasın. Ki kötüden bağımsız bir “iyi” betimlenemedikçe Marxistler ve bizler daima iktidarın karakterize ettiği bir “iyi” ye mahkûm edileceğiz.


 Emre Özcan
 Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji A.B.D, Yüksek Lisans Öğrencisi


 NOT: Değerli dostum ve yol arkadaşım Andaç Yazlı’ ya bloğunda yazı yazma fırsatını bana tanıdığı için teşekkürü bir borç bilirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder