17 Kasım 2011 Perşembe

Aşk ve İskele

Yüzü iskeleye dönük küçük bir otel var orada.Her daim donuk mavimsi sulara gözleri dikilmiş,alışılmışlığın kayıtsız gölgesinde sığınaksız ve çabasız bir kadının bekleyişleri sayılıyor otelde.Küçük bir odanının sürekli değişen ten kokuları sarartmış duvarları belki.Yatağın iki ucunda birbirinin aynısı iki komidin ve küçük bir farkla birbirlerinden ayrışan bekleyişleri.Soldakinin üzerinde, çapraz bir biçimde yayılmış,arka tarafı tavana bakan kalın bir rus romanı duruyor.Odanın sessizliğine hiç aldırış etmeden beklemekte...Sanki dünden kalma bir ayrılışın yaralı tanığı gibi.Daha düne kadar yabancılık çektiği,yılların tozlanmışlığına aldırmadan sabrettiği rafda kararlı bir elin kendisine uzanışını beklediği bir kitapçıya tekrar geri dönmüş gibi...Tekrar ve tekrar uzun ayrılıkların beşiğine atlayacakmış gibi...Kadınla benzer kaderin odasına hapsedilmişliği yaşıyor.O kadın; uzun işkencelerden sonra tahliye edilerek ölümün işlemez dakikalarını iskele başlarında tüketen Yusufla çırılçıplak gecenin koynuna uzandığı akşamın fırtınalarını biriktiriyor...bekliyor!

Yusuf ölümü beklediği küçük kasabasında kaybettiği yılların çıplak gerçekliğine varmış bir öfkenin,sabırlı ama bekleyişten uzak tezcanlığını yaşıyor.’Hapisane buraya çok mu uzak’ sorusunun bozulmamış çocuk ruhunu selamlıyor.Küçük mahalle arkadaşına vermiş olduğu sözü tutuyor ve ona bisiklet hediye ediyor.Bisiklet,Yusuf için özgür bir yurdu;kanla,işkenceyle susturulmuşluğun dışlandığı diyarları hatırlatıyor.Çocuğun,hayallerinin keşfedilmemiş kıtalarında canlanan hapisaneler,Yusuf'un benliğinde bisikletle varoluyor.Çocukluk arkadaşı Mikail'in kışın ortasında çıktıkları yayla evinde: ’Bir sosyalizm vardı oda yıkıldı amına koyayım’ sözleri ince bir tebessümün ifadelerini yaratıyor Yusuf'da.Mikail'in yenilgiyi baştan kabullenmişliği,Yusuf'un çektiği acıların üsütüne kıvrılmış bir yılan gibi sarılıyor.Sadece orada mı? Islak çimlerin üstünde telaşsız yürüyen salyangozu izleyen istemsiz gözlerde,Mikahil'in ’alıp başımı gidicem bu memleketten’ laflarıda,ölümün çalan çanlarını Yusuf'a hatırlatan cenazelerde,hediye alınan bisikletde,televizyonda bir rus balerine hayranlıkla bakan o nostaljik hayallerde bekleyişlerin üzerinde kıvrılan yılan gibi...kıpırtısız...sadece beklemekte!

Bir kitapçıdan çıkan kadının arkasından ’orospular kadar kültürlü olamadık’ sözleri...Hemen suratını acı bir eşkitmeyle söyleyemediği sözleri yansıtan cılız bir öfke...Yusuf'un öfkesi.Alınan bir rus romanı.Kesişen gözler.Bekleyişlerin sabırsız yolcuları.Kadının bir meyhane akşamı ’Tusuri Satrpialo’ eşliğinde Yusuf'la tekrar karşılaşması.Sonrasında sevişmenin iskeleyi coşturan dalgaları.Ölüm söylenmemiş bir söz kadar değerli,işitilmek istemeyen bir sır kadar korkunç...Komidinin üstünde ilk karşılaşmayı taçlandıran bir rus romanı.Ardından Yusuf'un kulağına fısıldanan : ’ rus romanlarından fırlamış gibisin’ sözleri...Ayrılık vaktinin ölümle birleştiği denizin durgun suları...

Çocuğun benliğindeki hapisaneler gibi uzağa kaçışın hayallerini ıslatıyor dalgalar.Hızlanarak ve her ikisinin asla gelmeyecek geleceklerine yağıyor adeta.Kadın komidinin üstündeki romana umursamadan dikiyor gözlerini iskeleye.Birazdan Yusuf belirecek orada.Çoktan terkedilen şehrin Yusufla baş başa kalan ölüm kokusunu duymadan ayrılıyor kadın.Kitap hala komidinin üstünde,yapayalnız.Yusuf iskeleye doğru yürüyor.Yüzüne sıçarayan suların serinliği aşkı vuruyor.İskele hayatında bir daha hiç bu kadar gri,azgın ve coşmuş bir duyguyu yaşayamayacak.Yusufla birlikte iskelede ölüme gidecek...

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder