20 Kasım 2011 Pazar

Geleneksel Hazlar

”Yusuf'da bizdendir,değil mi Yusuf?” Kısa bir irkilişten sonra kafasını ona doğru dönük yüzlere çevirdi.Zamanın unutulduğu ender anlar vardır.Onunla birlikte insan da unutulur.Unutlmayı yeğler.Kafasını kalabalığın içinde sessiz düşüncelerin toprağına gömer.Zaman farklı bedenlerin,konuşmaların ve gülüşlerin konağındadır ama geçici ve sıkılgandır.Belli ki zaman Yusuf'u hatırlayacak ve gelecek.Belli ki zaman Yusuf'u gözetecek ve buyurgan takılacak.Tıpkı şimdi olduğu gibi...Yusuf,zamanın zamansızlığına öfkelenmiş olacak ve ’hı hı’ cevabını boşluğa doğru üfleyecek ama nereye kadar.Hangi zamanın sıkılışını ve terkedişini bekleyene kadar! Babasıyla hemen hemen her sene- kendisinin pek sevdiği kelimeyle- ’geleneksel’ yaptıkları akraba ziyaretlerinden birisindeydi.Pek haz ettiği söylenmezdi.Zaten haz kavramını bir kadından ibaret saydığı yanılsama yıllarını geride bırakmıştı.Hazlar nerede başlardı,nasıl kuvvetlenir ve ne zaman sönümlenmeye yüz tutardı? Şuan içinde bulunduğu  küçük odanın yoğun ışığı ve gürültülü söz cıvıldamaları hazlar hakkında birşeye işaret etmiyor muydu? Hazlar ’geleneksel’ buluşmaların ’geleneksel’ konuşmalarında ’geleneksel’ çay servislerinin ’geleneksel’ sıcaklığında bir yerlerde olmalıydı.Eski yılların özlemle yadedildiği unutulmuş hazları ise odanın parlaklığına karışmakta; buluşan yeni ve eski hazlardan herkes payına düşeni almaktaydı.Yusuf,’geleneksel’ haz paylaşımından hoşlanmadığını belli edercesine ’burası çok sıcak oldu,biraz hava alsam iyi olacak’dedi.Çıktı.Mutfağın balkona açıldığı kapının önünde durdu.Kuzeni Cansu'nun balkonun demir parlaklıklarına dirseğini dayamış ve hafif sarkık bir biçimde sigara içtğini gördü ve yanına gitti.Oturma odasıyla bitişik perde duvarının içinden uğultularla karşık çocuk sesleri ve kahkalar duyuluyor, hareketlenmeler sürüyordu.Zaman belli ki terk etmemişti sıcak konağı.Sessizce ve karşılıklı ve durağan ve beklentisiz dumanları içine çektiler.Hazlar gecenin uğultusunu dumanlarla örttü.

Yusuf'un halası Rabia hanm,emektar çevikliğinden birşey kaybetmemiş dik bakışını övgüyle metettiği üç kızına çevirmiş,kocası Mehmet beyin güven aşılayan gözlerinden güç alarak ortaya atıvermişti kendisini.Kürsü hakkını en olağan şekilde, iki güzel kızını yetiştirdiği yüksek ahlak,dürüstlük,bağlılık değerlerini ’geleneksel’ tekrar ederek kullanıyordu.”Cansu'ya işyerinde tembih etmişler,işçilere iyi davranma diye.Aman kızım beni yine şaşırtmadı.Hiç durur mu tabi ki ağzının payını vermiş o patron denilen şerefsize.Babasıdır aynı.” Mehmet bey hikayelere yetişmekte güçlük çekiyordu şüphesiz.Son çay keyfi, ağır bir uyku bulutunun üstüne çökmesiyle sonuçlanmıştı.Yine de yüzünden eksik olmayan tebessümü hiç unutmazdı.Kasabanın saygılı,hak tanır ve düzenli bilinen esnaflarındandı.Otuz beş yıldır hiç durmadan iğneyle kazdığı kuyuyu derinleştirmiş ve elde ettiği başarıyı kızlarının iyi yerlere gelmesiyle olan bağını fırsat buldukça dillendirirdi.Aynı başarıyı kızlarından beklemek otuz beş yılllık sabrın ve didinmenin küçük bir armağanı olmalıydı.”Emel'de şu üniversiteyi bitiremedi.Bir oğlan bulmuş.Gülme kız ne var bunda halan bilmesin mi!Oğlanın babası Recep'in işyerinden.Namuslu bir adam diyor Recep.Oğlan da arada babasının yanına gelir.Bir kırtasiyecide çalışıyormuş.Askere gidecek yakında.Emel'de bitirir şu okulu.Sonra..” ”Canım dur allah aşkına bu ne hız,bırak gençler anlaşşın aralarında,hayırlısı neyse o olsun.Böyle herşeyi oldu bittiye getirmiyor mu bu kadın...” Yusuf nişanlın var mı?” Amcası Recep, ’geleneksel’ sorusunu ve sorudan sonra vereceği ’geleneksel’ cevabını hiç düşünmeden sallayıvermişti.Yusuf'dan önce babası devreye girdi.Entellektüel duruşunu,ağır el hareketleri ve telaşsız konuşmasıyla süsleyen,aile içinde ki ’eğitimci’ sıfatını bir koz olarak değil yeri ve zamanı geldiğinde gerektiği ölçüde az kelimelerle kullanan,espirili dilini her sohbetin içine katan Veysel bey konuyu bir çırpıda değiştirdi.Sanki Yusuf'un vereceği cevabı önceden sezmiş bir vaziyetin kırlangıcı gibi kendisine pek uymayan atiklikle : ”Yarın şu kiracı işini siz halledin,beni hiç bulaştırmayın zaten anlamam o işlerden biliyorsunuz...” Kucağında,uzun bir suskunluktan sonra huysuz çığlığını herkesin suratına vuran bebeği sallayarak cevap veren Emine hanım: ”Veysel abi olmaz öyle şey,o üçkağıtçı herife iki kelimeyi çok mu göreceksin...” Kocası Recep ise daha sözün tamamlanmasını beklemeden: ”Abim hep böyledir.Yarın gidip adama ne yapacağımı biliyorum ben.” Odanın çay,börek atıştırmalarıyla tatlı ve huzurlu birlikteliği,ansızın gergin bir tartışmanın cereyanına bırakıverdi kendisini.Yusuf, kanepenin köşesinde her türlü duygu tonlarından uzak bir melodiye kaptırmış gibiydi kendisini.Arada bir yanında oturan, kafasını arkaya dayamış ve benzer umursamazlık içinde düşünen Cansu'ya çeviriyordu yüzünü.Aralarında zaman zaman kısa konuşmalar oluyordu.Öylesine şeylerdi.Çok geçmiyordu ki,her ikiside tekrar içlerine kapanmasın.Diğer iki kuzeni biraz önce uykularının geldiğini söyleyerek ayrılmışlardı.Emel,gözlerini tavana dikmiş kimseye sezdirmeden uyumanın yollarını arıyordu.Mehmet bey ve Rabia hanım yükselen alevin kokusunu almış kurtarıcılar gibi kostümlerini kuşanmışlardı.

Veysel bey kargaşalardan oldu olası tiksinen ve gerektiğinde ender sinirli halini bu tür kargaşaların yatışmasına karşı kullanmaktan kaçınmayan bir adamdı.Oğlu Yusuf'la yol boyunca konuştukları meselelerde bile-ki bu meseleler sanat tartışmaları olurdu genelde- kargaşaya zemin hazırlayan her söz atışını elinin tersiyle itmiş ve yeniden doğmasına asla izin vermemişti.Bunun yanı sıra düşüncelerini, sorulduğu ve alakalı olduğu zamanlarda ince ve gösterişten uzak bir tavırla belirtir,hiç bir zaman karşısındakine dikta edici tarzda yaklaşmazdı.Uzun yılların hasatını biriktirmiş düşünceler basit bir kibre,aşağılayıcı bir kuşatmaya,sabırsız bir kine bürünmez;yerini ve zamanını iyi bilen bir bilgenin hoş sohbetlerini çağırırdı.Bu tutumunu,fakültede ders verdiği yıllarda da sürdürmüş,bu vesileyle öğrencileriyle iletişimini müzmin hazlara çevirmeyi bir görev bilmişti. ”Hazlar,çıkarların kenetlendiği ve sarmallaştığı yerde süssüz bir gökyüzü gibidir.Oysa hazlar,renklerle anlamlıdır.Yok mudur hazları o yüce tuvalde mavileştiren canavar.” sözlerini ilk kez babasından duymuştu Yusuf.Arabayla gelirken de kira meselesini Yusuf'a söz arasında açmış ve kısaca ”sadece yüz lira için ortalığı ayağa kaldırdırıyorlar” serzenişinde bulunmuştu.

Mehmet bey hararetle : ”Ne demek oluyor canım,yüz lira kolay mı kazanılıyor da..” Recep bey hemen arkasından homurdanarak : ”Abi,yarın beraber gideriz kira ücretini yüzüne söyleriz kabul ederse eder.Yoksa baksın başının çaresine..” Yusuf'da hafifden kıprdamış,tartışmanın gidişatına uygun bir pozisyon almıştı.En sonunda Veysel bey,tartışmayı daha fazla uzatmak istemediğini ima ederek : ”Tamam yarın gidecem ve söylemem gerekeni söyleyecem.Artık bu konu kapansın rica ediyorum.” Emine hanım son sözü içinde saklamadan büyük bir coşkuyla : ”Recep yarın abinle git.Veysel abi sen yalnız yapamazsın bu işi.Eğer bu iş hallolmaz ve kira işinde anlaşılmazsa tadilat başka bahara kalır.Malum Veysel abi,bizim aşağıdaki evde bu bahara kadar beklemez biliyorsun.”

Gece,yorgun koşuşturmasından kalan ne varsa derin nefes alış ve horuldamalara bıraktı kendisini.Artık çocuk sesleri,bağrışmalar duyulmuyordu.Erkenden yapılacak işlerin hazır bekleyişleri tan kızıllığıyla belirecekti.Kızıllık yerini aydınlığın çehresine bıraktığında ise,bütün hazlar sokakların,evlerin,avluların,bahçelerin,dükkanların arasına sızıp ’geleneksel’ yolculuğuna devam edecekti.Yusuf birden irkilerek uyandı.Bir çırpıda gecenin nöbetine ortak oldu.Kalktı.Üstüne hafif bir yelek aldı ve dışarıya çıktı.Cansu sabit bakışlarla sigara içiyordu.Sanki Yusuf'u bekler bir haldeydi.Sigarasını ağzında bir süre bekledikten sonra ateşi fitilledi.Nedense gecenin durgunluğunda ışıltılı ve fırtınalı bir enerjiye kapıldı.Anlamadan ve belki farkına bile varmaksızın iç dünyası dalgalandı.Gözleri gökyüzünde kamaştı.Babasının o garip sözü aklına geldi...

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder