25 Ekim 2011 Salı

”Fahişe”


”Kitap mı alacaksın?”, ”Evet,neden bu kadar şaşırıyorsun”? ”Cümleler ancak olmadık zamanlarda ’cümle’ olabilirler.”diye söylendi.Hastanenin pembe duvarlarına aldırış etmeden yürüyordu.Hastane koridorları hastanenin bilindik kokularından farklı kokuyordu bugün.Yürürken neredeyse kafası değecekti tavana.Hastane birimleri arası geçişte ikide bir kapıyla karşılaşıyordu.Korkunç kapılar!Kapılardan geçerken iki misli eğiyordu kafasını.Kafasını eğmeyi akıl edebilmişken,aklında parlayan kelimeler sanki öne doğru itilmişlerdi.Tekrar ve tekrar belki her adım öncesi ve sonrası,geçişlerde,korkunç kapı eşiğinde yineledi cümlelerini:”Cümleler ancak olmadık zamanlarda ’cümle’ olabilirler.” Sonra? Yine kapılar belirdi.Hastanede ona keyif veren şey, karşısından beyaz önlüklerle ayrıcalıklı hızla geçen hemşirelerin kaçışan gözleriydi.Hızlı hızlı koşuşan adımlara uyum sağlayan o gözler...Herhalde ikide bir eğilen kafanın motor hareketleriydi kaçışan gözlerin hedefi.Gülünç gibiydi.Hep gülünç gelmişti zaten.Bu koridorlara aykırı bir kafanın görüntülü belgeleriydi sanki.Sığmayan kafalar birleşmeliydi belki de.Ülke böyle kurtulabilirdi.Neden,dar kalıplara aldırış etmeden bir ceket giysindi ki insan? Giymemeliydi! İsyan etmeliydi! Hem kadınlarda hoşlanmıyordu sığmayan kafalardan,elbiselerden,gözlerden...Hastalar ise sırasını bekliyorlardı.Zaten her defasında beklenen sıralar gelmedikçe daha çok sıra bekleyenle karşılaşılıyordu.Bu bitmez tükenmez çabayada akıl erdiremezdi.Belki de kafası sığmıyordu bu duruma da.Ölgün bakışlar üzerindeydi.Biçimsiz gurur hareketlerine gebe bakışlar...Sorduğu soruya yine kaçışan gözler etrafında belli belirsiz verilen cevabın 3.blok olduğunu duymuştu.Eyvah! Yine korkuç kapılar,kaçışan hemşireler,gelmeyen sıralar,yorgun hasta yüzleri profiline uygun arka fona yerleşik pembe duvarlar...Yine...yine...Arkası gelmedi.Kapı göründü.Özgürlüğe giden kapı!.Dışarı açılıyordu.Kafasını eğdi.Dışarı çıktı.İç cebinden çıkardığı sigarayı ağzına tutuşturdu.

3.blok sözünü sevmemişti.Biraz telaşlı biraz mahçup hafif mahzun odanın kapısına vurdu.Kafaya dikkat!Cevap yok! Girdi.Sevimsiz suratlı,kolalı gömleğinin kırışıklığına aldırmayan,koltuğuna iki büklüm yayılmış vaziyette bir adam ile sevimsizliği ile adama benzer;koltuğa yayılmamayışı ile farklı bir kadın onu karşıladı.’Ne işin var burada’ cümlesinin ’cümle’ haline getirilmeyişini, bakışların diliyle kurulduğu bir dilbigisi gramerine tanık oldu.”Hoşbulduk” dedi. ”Ne saçma bir söz!” Yıllardan sonra sırası gelen ölgün suratlar ardı adına giriyorlardı odaya.Bu garip dilbilgisi bu hastalara işlemiyordu fakat.Gayet pürüssüz ve ağızla kurulan cümleler ile sağlanıyordu iletişim.İletişimin böylesi ne güzeldi halbuki! Herkes kimle,nerede ve nasıl konuşması gerektiğini kavrayabilirdi böylece.Diğer türlü ’Hoşbulduk’dan başka diyecek birşey gelmiyordu akla.”Biz farklı çalışıyor muşuz” Tabi,eminim öyledir! Yani,biz farklı iletişimde kurarız yeri geldiğinde demeye çalışıyor.Hoşbulduklar geçici olacak anlaşılan.Hastalar kovuluyor,kovuldukça bitmeyen bekleyişlerin sıralarına geri dönüyorlardı.Pembe duvarlar açılan kapının aralığından sırıtıyorlar.Hemşireler son otobüsü kaçırmama telaşına benzer atiklikte geçişiyorlardı.Kapılar halen korkunç geliyordu.Sigarada kesmemişti.Sevimsiz suratlar komitesine ’Hoşbulduk’ dan başka birşey denilmiyordu.Zaten bir stajyer sevimsiz suratlar arasında nasıl mesleği sevebilirdi ki? Bizim mesleğimiz hemşirelerinki gibi de değildi üstelik.O kadar efor harcanmıyordu.Sevimsiz surat olman birde dilbilgisi bilmek yeterliydi.İzin istedi.Çıktı.Koridorun başına geldiğinde eli otomatik iç cebine yöneldi.Bir daha gelmeyecekti.”Karar mı vermişti şimdi?” Kararlarıda böyle hemşirelerin hızı gibi bir sürede verilebilseydi keşke.Düşünmedi! Sİgarasını yaktı.Bekledi.Gideceği yeri biliyordu.

Dolmuş durağında bekleyen birine adres sordu.3.blok cevabını almayacağı için seviniyordu.Umarsız el kol hareketlerini izledi.”İletişimin bir de böylesi varmış”.Düşündüğüne güldü! Bu ülkenin gramerini öğrenmek çok güçtü.Herkes farklı bir dilde konuşuyordu.Yürüdü! Pembe duvarların yerini biçimsiz gri betonlar,hemşirelerin yerini kornalı arabalar,hastaların yerini şehrin kabadayılarının duvar diplerinde çömelişi almıştı.Herşey aynıydı aslında.Aktörler değişiyordu.”Öyleyse huzurlu kıyı kasaba hayallerinin ne gereği vardı”? Güldü! İnsan yüzleriyle karşılaşıyordu sürekli.Biri geçiyor diğer bir yüz ifadesi başlıyor.Bütün ifadelerin toplamı toplum ediyor.Sonra okullarda toplumların tanımı yaptırılıyor.Kafa bulandırılıyor.Eğitim sistemi bozuk  yakarışları da hep bu çelişkiden çıkıyor zaten.Birileri kitaplarda yazılan geçitlere kafalarını sığdıramıyor.Sonra da ya hep kafaları eğik dolaşıyor ya da isyan ediyorlar.Kaosda böyle başlıyor sürekli.Bence sorun dilbilgisinde.Aynı dilde konuşabilseydik farklı olurdu,kim bilir! Yolun kıvrımlı inişinden süzülerek hedefine doğru yaklaşıyordu.Hedef da uzak sayılmazdı.Çömelen kabadayıların gittikçe artan sayısından anlaşılıyordu yaklaştığı.Girişe geldi.Durdu! Bir polisle karşılaştı.Girşite oturuyor, otoritesinin emin tavırlarına göre hal alan kaşlarını çatıyordu.Polislerden oldu olası hoşlanmamıştı! Yine hoşlanmadı.Kimliğini gösterdi.İçeriden yanık bir türkünün yoğun dumanları yükseliyordu.

Kadınlar söz konusu olduğunda aklına;batan bir güneşin ufkuna gözleini dikmiş bir şairin portresi gelirdi.Bu şair herhangi biri olabilirdi.Birde birkaç etkilendiği düşünürlerin kadın konusunda fikirleri (bu fikirler daha çok ’ıstırap’ gibi şeylerdi) damlardı aklına.Onlardan bir tanesi,en önemlisi,gramerini de gayet iyi anladığını düşündüğü Cesara Pavese idi.Çok ortak tarafları vardı sanki yaşamlarında.Sadece kendisinin bildiği ortaklıklar...Örneğin onun hayatı da pembe duvarlar,ölgün suratlar,sürekli bekleyişler,anlaşılmayan diller ile çevriliydi.Belki yanılıyordu! Ama öyleydi.Kuşkuya düşmek istemiyordu.Şimdi kafasında bir söz dolaşıyordu mesela.Pavese'ye ait şu söz:”Okurken aradığımız yeni düşünceler değil,kendi düşüncelerimizin basılı sayfada doğrulandığını görmektir.” En çok bunun içindi düşkünlüğü.Çünkü gördüğü kendi düşüncelerinin basılı haliydi.Kadında türküyü bırakmış,ona bakıyordu.Bu bakışlar ne polisin,ne de sevimsiz meslek elemanların bakışlarıydı.Bu bakışlar farklıydı!Ayrıca yine farklı bir dilin işleyişi vardı.Hoşbulduk cevabını büsbütün çürüten bu bakışlar altında,şehveti duyumsadı.Yine Pavese'ye sarıldı.”Hayatta en önemli şey düzüşmek olmasa,Tekvin onunla başlamazdı” Kadın yanına yaklaştı.Etrafta çömelen kabadayıların yürüyen versiyonları dolaşıyordu.Demek birde bunların yürüyenleri vardı! Kadınla birlikte kabadayılarda yaklaştı.Şimdi çömelmeseler bari!  Neyseki çömelen olmadı.Birkaç saniye tanımlanamayan bakışlar kisvesinde tanımlanamayan bir gerginliğin havasına büründü.Daha sonra bu gergin bekleyişe bir son verildi.Kadın kulağına müstehcen birşeyler fısıldadı.Utandı! Biraz sıkıldı.Alışık değildi ne de olsa.Küçük burjuva gramerinde hiç duyulmazdı bu sözler.Demek ki burada iletişim böyleydi.Ayrıldı! Vitrinlerin yine müstehcenliği ile karşılaştı.Bu sefer sözlerin yerini görüntüler almıştı.Yarı çıplak vücutları izledi.Çoğu yaşlı olmakla birlikte,dirayetli kalçalara hayran kaldı.”Sevda hanım mı?” ”Sevda hanımın torunu mu oluyosun”? Kahkalar etraftın tüm uğultusunu bir anda kesti.Kahkalara; çömelen...pardon! yürüyen kabadayılarda eşlik etti.Kahkalar soylu kadın zarafetinden ayrılıp,tırmalayacı sesin kimliksizliğine büründü.Sevda hanım gözüktü.Karşısında mavi bir kitabevi poşeti sallayan,deri ceketli,solgun yüzlü bir yüz gördü.Bu yüzü hatırlar gibi oldu.İçeriye aldı.Daracık bir avlunun sol köşesinden odalara giden koridorda yürüdüler.Kafa yine eğiliyordu.Korkunç kapılardan burada da vardı.Loş,havasız,hafif kırmızı  tonla aydınlatılmış bir odaya girdiler.İkiside susuyordu.Mavi kitabevi poşetinin hışırtıları duyuldu.İçinden bir kitap çıktı.Pavese'nin bir seri halinde geçen cümleleri homurtulu bir akışın akıntısına teslim edildi.Kadın,kitabı eliyle kavradı.Bir süre kafasını kaldırmadı kitaptan.Kaldırırsa herşey bitecekmiş gibi geliyordu.Cümleler ancak olmadık zamanlarda ’cümle’ olabilirdi.’Baz ve Kevok’ fısıltısı bir bir masal esrarengizliğini sundu loş kırmızı odaya.Yalnız iki karakterin bütünleştiği bir masal diyarı.Kadın kırışık,ince parmağını adamın dudaklarına değdirdi.İki kelimenin önlenemez uyumunu güçlükle bir araya getireren adam: ”Gitmem gerek” diyebildi.Hızla çıktığı odadan bu sefer kafayı eğmeyi unutmuş,yürüdüğü koridor boyunca kafasını ovmak zorunda kalmıştı.Çömelen kabadayılar ve polisin yanından çevik hareketlerle uzaklaştı.Kendisini ilk kez hemşireler gibi hissediyordu.

”Kafam düşüncelerin hantal ağırlığında eziliyor.Bilmem özel bir günün tarihsel yorgunluğu mu,yoksa son sözlerle biten bir kitabın kalın duvarına vurulan kafanın acısı mı”?

”Kitabı verebildin mi”? ”Hayır,kadını bulamadım”

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder