Kutluğ Ataman'ın sanat dünyası kuşkusuz ikinci olanın etrafında şekillenen sanattır.Onun varettiği karakterler,bir kimlikleşme serüveninin ortasında şaşkın ve içe dönük ruh halleriyle hareket edenlerdir. Kuşandıkları kostümler, toplumun ahlaki sınırlarını zorlayan ama bir biçimiyle de toplumdan kopamayan birer ”sessiz başkaldırı” simgeleridir.Belki de onca çalışmaları içinde en ”özgün” diyebileceğimiz video projeksiyon enstalasyonu ”Peruk Takan Kadınlar”ı ayrıca değerlendirme gereği duyuyorum.Çünkü,tam olarak ”kimlikleşme” ve ”kimliğinle varolabilme” sorunsallıklarını,diğer çalışmalarında da yaptığımız gibi burada mihenk taşı olarak kullanabiliriz Kutluğ Ataman için.
Dört kadının dört farklı nedenden ötürü peruk takmasını konu edinen bu video çalışması;her bir kadının içinde bulunduğu koşulları, toplumun değer kıstasları ile karşı karşıya gelmelerini ve bu gelişin onların yaşamında nasıl bir anlam ifade ettiği üzerine düşünceler üretiyor.Biri askeri dikdatörlükten saklanmak,biri türbanlı konumundan,bir diğeri kanser tedavisi gördüğünden,bir başkası da travesti oluşu nedenleriyle taktıkları peruklar, dört kadını ortak paydada buluşturuyor.Bu çalışmanın,dört kadının bir yerde kendilerini ”ben” diye adlandırmalarını ve toplumun değer yargılarıyla sürekli çatışmalarını gösterme açısından önemli bir noktada görmekle birlikte,benim daha çok ilgimi perçinleyen ”kimlikleşme” ile ”marjinal” olanın ”çoğunluk” olanla uzlaşmazlığının ”sanatsal” çıkarımlarını sağlamak.Bu bağdaşımı sağlıklı kurabilmek adına Kutluğ Ataman'ın bir söyleşide dile getirdiği ifadelere bakalım istiyorum:”Peruk,kimliği değiştirmek ve tekrardan yaratmak üzerine bir araç.Baskıcı,otoriter,kişilere özgürlük tanımayan,demokratik olmayan bir toplumda yaşıyoruz.Gittikçe özgürleşen bir toplum ama,genelde bu özgürleşme hem çok yavaş,hem dıştan dayatma.Klasik erkek ideolojisinin (baba otoritesini temsil eden devlet ve onun özel yaşantıya girmiş uzantıları,örneğin Hortum Süleyman dayağı,dini inançların kontrolü vs.) hakim olduğu bu toplumda ben kadınların bu ideoloji karşısında peruğu,hangi şekillerde kullandıklarına işaret ederek aslında toplumun genel bir portresini çizdiğime inanıyorum.”
Bir kaçış simgesi olabilecek kadar basit tanımlamaya uygun düşmeyen ama ondan da bağımsız düşünülmeyecek sessiz bir başkaldırı simgesi derken bundan bahsediyordum.Hakim kılınan ideolojik aygıtların,yaptırım araçlarının ve topluma soyut olarak kök salmış ahlaki sınırlamalara karşı yürütülen bir başkaldırı esasen.Toplumun halihazırda varolan sorgulanamaz değerler inşasını yıkan ama yerine şekillenen kimlikleşme sürecini içten içe hazırlayan ”sanatsal” varolma biçimi...Burada gelmek istediğim nokta,sanatlaşarak kimlikleşme ortamı, marjinal kalanın çoğunluğa karşı sessiz bir başkaldırı biçimine bürünebiliyor olması.Bu açıdan bakıldığında,peruk takan kadınları (hemde bunu hiçte birbirleriyle uyuşmayan çok çeşitli nedenlerden dolayı takmaları),sanatla yoğrulu ”kimlikleşme” mevcudiyetini sembolleştiren nesneler olarak düşünebiliriz.”Peruk Takan Takınlar”da Kutluğ Ataman'ı sanatsal bir özne,kadınları ise sanatçı bir kimliğin
”sessiz başkaldırı” nesneleri olarak görebilir miyiz? Bu sorunun cevabı çok zor olmasa gerek.Ne de olsa sanatçı bir kimliğin yine kendisinden türettiği sanatsal nesneleri her daim olacaktır ve birazda olmak zorundadır.
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder