22 Eylül 2011 Perşembe

”Görünmez Hayaletler” ve ”Saç”

Tayfun Pirsemlioğlu sinemasında büyük şehirlerin ”görünmez hayaletlerini’ görünür kılmaya ihtiyaç var.Metropollerin günbegün taşkınlaşan insan yüzlerinin yalnız albenisi yüksek reklam panolarına döndüğü şu zamanlarda,zamanın cetvelini tersine döndürmeye ihtiyaç olduğu gibi; cetvelin bir ucunun da dönüp ”kendimizi” bize yansıtacak ”aynalar”a dönüşebileceğini bilmem farketmeye ihtiyaç var mı? Pirselimoğlu sinemasını ”Rıza” ile başlayan,”Pus” ile devam eden ve ”Saç” ile sonlanan üçlemesini değişik noktalarda değerlendirmeye çalışacağım bu yazıda; öncelik olarak üçlemenin son halkası ”Saç” üzerinde yoğunlaşmaya çalışacağım.Pirselimoğlu'nun kısa ama her bir katmanında derin ruh tahlillerinin yattığı filmografisine genel bir bakış,günümüz metropol yaşamının değişen insan ilişkilerine ve değişimin gündelik sorunları çığlaştıran yapısına farklı bir gözlükle bakabilmemizi kolaylaştıracaktır.Anlaşıldığı ve bilindiği üzere,Pirselimoğlu'nun karakterleri büyük şehirlerin kaotiğinde yaşayan tipolojilerden başkaları değil.Ama bu tipolojiler,ne orta-üst sınıfa müdahil çiftlerin ilişkisel çıkmazlığı (Mustafa Hakkında Herşey,Çağan Irmak),ne burjuva gençlerin ”burjuva kurallarına” başkaldıran özgür ruhları (İki Genç Kız,Kutluğ Ataman),ne de aydınların iç yalnızlıklarıyla yüz yüze gelen vicdansal sorumlulukları (Mutluluk,Abdullah Oğuz)...Pirselimoğlu'nun karakterlerini tek bir cümleye sığdıracak olursak:Zamansalın dışında yürütülen varoluş mücadelesinin kendi zamansalını oluşturan özneleri yani, ”görünmez hayaletler”i.

Üçlemenin son filmi ”Saç”,Tarlabaşın'da bir peruk satıcısı Hamdi'nin son günlerini anlatıyor.Hamdi yakalandığı kanser hastalığı yüzünden ömrünün son zamanlarını;sahip olduğu dükkanında pencreden etrafı izleyerek,gelen müşterilerini meraklı ve gizemli gözlerle süzerek ve boyunun gün geçtikçe kısaldığını sezinleyerek yaşamaktadır.Hamdi'nin sürekli tekrarlanan yaşamında ki bu davranışlar ve derin bir kaybolmuşluğun esas izlerini gördüğümüz bu ruh hali,Pirselimoğlu'nun kurmuş olduğu atmosfer yapısına oldukça uygun düşmekte.Hamdi'nin çevresinde meydana gelen gelişmeler,kuşkusuz Hamdi'nin çizmiş olduğu sınır ve ruh dünyasından bağımsız olmadağı gibi,onun dünyasını katı bir ümitsizlikten kurtaracak dış etkenler şeklinde yer aldığını söylemek de yanlış olur.Upuzun saçlarını satmak amacıyla dükkana gelen Meryem,ilk bakışta böylesi karanlık tabloda bir günışığı,küçük bir aydınlık ışıması olarak görülebilir.Ama biraz olsun Pirselimoğlu'un sinemasına aşina olmak,söz konusu beklentinin yersiz olduğunu gösterecektir.


Meryem şehrin gecekondu bölgesinde morg memuru (ölü yıkayıcı) kocası ile birlikte yaşayan,yoksul ve neredeyse Hamdi kadar geleceğin umutsuz gölgesinde yalnızlaşan bir karakter olarak karşımızıa çıkıyor.Büyük bir alışveriş merkezinin ”fast-food” bölümüde temizlik görevlisi olarak çalışan Meryem,masalarda kalan artıkları gizliden gizliye yiyerek ve kocasına para götürmek için saçlarını kesmeye zorlanarak yaşamaya,varolmaya çalışan biri.Hamdi ile Meryem'in bir anlamda kaderlerinin kesiştiği,Meryem'in Hamdi'nin dükkanına geldiği o ilk an,hikayenin ”çapraz ilişkiler sarmalı” şeklinde ilerleyen gidişatını belirleyen sahne oluyor.Hamdi o günden sonra Meryem'in her anını takip ederek ve gizliden gizliye onun yaşamında ”yabancı bir göz” olarak sürdüreceği günler,tüm karakterlerin bu çapraz ilişkiler ağında kendilerine düşen yazgıyı nasıl yaşayacaklarının da cevabını vermiş olacak.

Hamdi'nin hem içinde bulunduğu hastalığın diğer bir deyişle,üstünde varoluşun ağır yüküne dönüşmüş olan yazgısını kırması,tamamiyle değişmese bile ona bir yön vermesi veya yazgısını paylaşma isteği adına kendisini sınayabileceği bir yola girmesi,Meryem ve kocasının dünyasında rollerin değişeceği umarsız bir kasvetin içine doğru herbirinin sürüklendiklerini gösteriyor.Çünkü,Hamdi'nin salt Meryem'i ruhsal ve bedensel ele geçirme arzusuna hiç de yaklaşmayan,biraz ötesinde baktığımız da bunun tam tersini ima eden bir gerçekliğin yattığını görüyoruz:Pirselimoğlu'nun sakin kamerasıyla usul usul yaklaşan,tedirginliği en üst boyutta hisettiren ve ”görünmeyen hayaletler”i görünür kılacak tüm unsurları bir yem gibi serpiştirdiğine tanık oluyoruz.Gerçeğin ilişkiler içinde yansımayan o karmaşık ruh dünyasını;gerek Meryem'in kocası ve işiyle ilgili çıkışsızlığıyla,gerek Hamdi'nin otoyolların kenarlarında olur olmadık uzanışları ve ağzından hiç düşmeyen sigarasıyla,gerekse de Meryem'in kocasının morgu anımsatan yüz çizgileriyle göstermekten hiç sakınmıyor Pirselimoğlu.

Esas olarak Pirselimoğlu'nun üçlemesinde manifestoya dönüşen:metropollerin sürekli artarak yozlaşan ve  görünen ile görünmeyeni kaba bir sınırla ayıran zamansalının kıyısında yaşam mücadelesine dönüşen yüzlerdir.Hamdi'nin final sahnesinde anlamlaşan, Meryem'in kocasıyla rollerini değiştirdiği süreç,etkin olarak kendini üreten sistemin çarpıklığının,kişileri kısır döngüsüne hapsettiğinin en yalın göstergesidir.Pirselimoğlu silahlarını,Hamdi'nin televizyonda gördüğü uzak ve gizemli Brezilya'ya gitme hayalini bile sönümlendiren ve nasılsa hayallerden bile yoksun varoluşu görünmez kıldığı zamansalda eriten kapitalizmin doğasına yönelttiği su geçirmez bir gerçek oluyor.Bu yönüyle ”Saç”,Hamdi,Meryem ve Meryem'in kocasını ”görünmez hayaletler” vasıtasıyla silikleştirdiği bir insalık trajedisinin baş aktörleri haline getiriyor.

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder