5 Ağustos 2011 Cuma

Gitmek ve Direnmek

Yaklaşık bir 10 günlük seyehat dönüşünden sonra ilk yazıma nasıl başlayacağımdan öte nereden başlayacağımın sorusu ağırlık kazandı.Bu 'nereden başlamak' meselesine girerken,esas olarak hayata nereden, ne yönde ve 'ne derecede'  başlamak konusu anlam kazanıyor.Eğer yaşam denilen süreç,kendi iç kurallarıyla örülü bir dört duvar ise,o dört duvardan çıkış yada bir biçimde çıkma isteği bu gibi soruların hazırlayıcısı oluyor.Bir yandan zihinlerde yer eden,en olmadık zamanlarda duygu yoğunluğuyla bütünleşen 'gitme' ve 'kaçma' isteği elimizde taşıdığımız el bombası gibi patlamaya hazırsa,bulunduğumuz koşulları muhafaza etme isteğide bir o kadar patlamaya hazır bomba gibi diğer elimizde bulunuyor.Zihin ve beden,dış etkenlere karşı tipik bir savunma güdüsü ile 'yabancı' algılayışını pekiştiriyor ve böyle bir pekiştirek 'alışkanlık' denilen yaşam morfinini hücrelerimize işletiyor.Böylesi bir ortamda halihazırda bulunan varlıklar (somut veya soyut) sayesinde beden kendisini revize edemeyerek,alışkanlığa dönüşmüş her bir olayı zihinlerde en 'normal' haliyle tutarak,bir anlamda akıl muhafazakarlığını yaratmak gibi görev üstleniyor.Hal durumu böyle olunca,iki elimizde bulunan 'el bombaları'ndan diğeri,yani,bizi kaçma fikriyatından mahrum eden o 'korumacı' bomba kalıyor.

Oğuz Atay'ın post-modern kulvarda bir fenomene dönüşmüş 'Tutunamayanlar' romanının bir bölümünde Atay,küçük burjuva yaşantılarının konforlu kof ruhunu bir anda elinin tersiyle itip,yeni bir yaşama yelken açma düşüncesinin gel-gitlerinde boğuşan bir karakterin halat-i ruhiyesini tasvir ederken bu minvalde tartışılacak çok önemli ipuçları veriyordu okuyuculara.Atay;yemek sonrasında dişlerin arasına giren küçük bir yemek parçasının oradan kovulması için tüm organların nasıl canla başla çalıştığını bize anlatırken,kafamızda yer eden yabancı nesne motifinin ne kadar güçlü korku aracına dönüştüğünü düşündürüyor bir yandan da.Beden var gücüyle,küçük bir parçanın diş arasından sökülmesi üzerine konumlanırken,çizmiş olduğu sınırlar doğrultusunda uyarıcı hiçbir varlığı evinde barındırmıyor ve programını her daim var olanı muhafaza etmeye yönelik sürdürüyor.Atay'ın romanındaki 'sıkışmış' bir ruhaniliğin kaçmak ve kalmak ikilemini, tıpkı diş arasına sıkışmış bir uyarıcının orada tutulması ve lağvedilmesi şeklinde kutuplaşan bir iç çatışma ortamıni hazırlıyor.

Sahip olduğun ve sahip oldukların olmadan varolmadığını düşündüğün her birşeyi geride bırakarak gitme çekiciliğine kapılmak,kuşkusuz radikal bir haraket.Bir tür,bedensel/zihinsel/düşünsel/ruhsal bir başkalaşım hali.Ama bir yandan da,kalmak hissiyatı içinde 'eve dönüş' konformizmini barındırdığı için tekdüze ve heyecandan arınmış bir ruh hali.İkisinin arasına sıkışmış bir zihni dünya ise,içe kapanma,kuşkucu ve kendine dönük bir iç hesaplşama sürecinin sinyalleri...Bu türden meselelerde Ivan Gonçorov'un klasik şaheseri 'Oblomov'u anmadan geçmek olmaz.'Oblomovluk' felsefine yadedilen geçmişe güzelleme ve yeniliğe pasif bir biçimde başkaldırma parallelliğinde uzanan inasan portleri aydınlığa kavuşuyor çevremde.Solgun yüzlerin derin çizgilerinde somutlaşan, yaşama boyun eğmiş,kabullenmiş ve iç hesaplşamayı gerçekleştirememiş yüzler...Diğer yandan,yeniliği bir biçimiyle içinde taşıyan,onun ateşli düşüncesinde kavrulan,fırtınalı rüzgarında savrulan ama yinede kısa bir sürede cılızlaşan düşüncelerin eski,sıkıcı ve durgun rüzgarına yenik düşenler...Hayat dediğimiz savruluş,yıpranma ve mutsuzluk sözcükleri hep buralarda saklı değil mi zaten? Seyahata çıkmışken,evimden,yatağımdan ve çevremden uzaklaşmışken 'gitmek ve direnmek' sandalında bir oraya bir buraya sallnanmaktayken... sanki...sanki...Düğümleri çözülmüş,uçsuz okyanusa tek başına yolculuğa çıkan bir düşünce sandalının üstündeyim...

Tekrar merhaba...

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder