13 Temmuz 2011 Çarşamba

Knut Hamsun ve Açlık

Knut Hamsun
Knut Hamsun'un şehirlerinde bir roman kahramanı olarak dolaşmak en büyük ezimet olsa gerek.Mağrur yüzlerin okkalı bakışları altında tozlu yollardan geçmek,küçük bir fırıncı dükkanının önünde vitrini seyre dalmak,hep bir yerlerde unutulan,yok olmamış bir umudu yılmadan arayabilmek...Knut Hamsun'un satırlarında acının yitik ama engebelli umut parçalarını aramak böyle bir ruh halini yansıtıyor.Tıplı Orhan Veli'nin 'Bir Roman Kahramanı' satırlarında olduğu gibi: ”Çadırımın üstünde yağmur yağıyor/Saros körfezinden rüzgar esiyordu/Ve ben,bir roman kahramanı/Ot yatağın içinde/İkinci dünya harbinde/Başucumda zeytinyağı yakarak/Mevzuumu yaşamaya çalışıyordum/Bir şehirde başlayıp/Kim bilir nerde/Kim bilir ne gün bitecek mevzuumu”


Knut Hamsun'un 'Açlık' romanını okurken aklımın bir köşesinde gizli bir roman kahramanı yaratmıştım.Bekleyişlerin türlü manzumelerini; yürüdüğü yollarda,konuştuğu kimselerde,sevdiği kadınlarda ve yazmanın erdemliliğinde arayan bir kahraman.Ucuz motel odalarından atılan,bir küçük ekmek parçası koparabilmek için durmadan yazan bir kimseyi uzaktan izleyebilme cesaretine kavuşmak gibi birşeydi bu satırlar.Sanki yaşamın ajitasyonu ile serpilmiş tohumlardan kaçmak,hunharca bir direnmenin ve yaşama şevkinin kanlarda dolaşan zehrini akıtma savaşı sunuyordu zihinlere.Yaşamın ancak yazmak ile anlamlanabileceği gibi bir varoluş rüzgarı estiriyordu kimsesiz ruhların çöllerine.

Ölümün donuk ve sert yüzüne karşı, ölümün bir başka halini, erdemle yükselen sıcak buharını yüzüne üfleme cüretkarlığı ile savuruyordu ağırlığından arınmış bedenlerimizi.Gökyüzünün bulutlar arkasına gizlenmiş maviliğini, en ürkünç gök gürültüsüyle saklayabiliyordu gözlerimizden.Mutlu son beklentilerine inat,ölümün timsalini canlandırıyordu zihinlerde.Açlık'ın pençesine yakalanmış bir farenin; amaçsız,sönük ve kaba çırpınışlarını değil,göklerde birlikte uçtuğu martıların kararlı kanat çırpışlarına erişebilme bilgeliğiydi onun varoluş sebebi.Yoksa ki,ölüm basit bir son vermeydi...Bir kurtuluş olabilecek kadar çekici fakat gitmenin sisli yolları kadar belirsiz ve ufku dar bir yoldu.

Gitmenin dümenleri kırılmış,bir yavrunun anne memesine yönelmesi kadar net ve aydınlığın dipdiri sularına gömülmüş kadar derin bir anlamı olması gerekiyordu.Ölüm, ancak ve ancak böyle bir berraklığın sonucu varılabilecek bir yerdi.Açlığın tüm bedeni saran kabuğunu koparmak,benzer bir acının kanayan yerlerine çıplak elle dokunmak aynı yolun yolcusuydu.Tıpkı ölüm ile gitmek arasındaki aynılık gibi.Bu bir aşk olabilirdi yada büyük bir yazar sevdası...Kim bilir,gidilen yerde her ikiside bir arada olabilirdi.Ama gidilen yer neresiydi? Belki de cevap Orhan Veli'nin şu satırlarında gizliydi:

”Kimse Duymadan ölmeliyim/Ağzımın kenarında/Bir parça kan bulunmalı/Beni tanımayanlar/'Mutlaka birini seviyordu' demeliler/Tanıyanlarsa,'zavallı' demeli/Çok sefalet çekti.../Fakat hakiki sebep/Bunlardan hiçbiri olmamalı”

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder