Şimdi geilin Edvard Munch'un deliliğin en duru,cinnettin en duyarsız,normalliğin en pak resmini resmettiği 'Çığlık (Skrik,1893)' tablosuna bir bakalım.Tüm oyunların en ince kuralına göre işlendiği,ağların sıkıca örüldüğü,normalliğin parlak,hareketsiz ve sessiz bir çehrede soluk aldığı bir anın kıyılarında dolaşalım.Kalın çizgilerin en kaba ve hoyrat biçiminde baskı renklere büründüğü o anlar,normalin dünyasından kopuşun en kadim haykırışlarını fısıldamıyor mu kulaklara? Herşeyin aynı akışkanlıkla sürdüğü modern duvarların içinde sessiz bir çeviklikle hareket eden tılsım etkilerin bağrında; seslerin kimselere ulaşmadığı,yankıların boşluklarda eridiği gerçeği karşısında sarsılmıyor mu insanlık?Şehirlerin herhangi bir yerinde,herhangi bir zamanında ve herhangi bir bedeninde kopan çığlıklar,hep oyun dışı kalan bireylerin 'zavallılıkları' şablonunu çağrıştırmaz mı bize? Çığlıklar,oyunu yöneten ve oynayalar için tehlikeli ve geçişken deliliklerdir çünkü.Kopan çığlıklar,gündeliğin hoş beş ve dingin renklerinde hep bastırılır.Bastırılanlar,ruhsal sinyallerin sınırsız ve otonom renkleridir.'Çığlık'ın bir volkan patlamasını andıran dışavurumculuğunu en 'bohem' kıvılcımlarla resmeden koyu-kırmızı renklerdir.Çığlık anıyla birlikte sıkışmışlığın ve huzur pespayeliğinin maviliğine karşı,başkaldırının kırmızısı kutsanır.Kırmızı;hayatı olduğu gibi kabul edenler dünyasında asla yer alamayan,arkada yürüyen iki kişinin gri tonda kasvetli mutluluğuna el değmeyen noksalığıyla gökyüzünde billurlaşır.
Munch'un ölümsüz tablosu 'Çığlık'ı bir tür deliliğe övgü olarak mı okumalıyız? Bana sorarsanız biraz da öyle.Deliliğin; toplumsal nevrotikliğine karşı normalliği en özgür biçimde kullanan yanını sürekli hatırlayabilerek belki de.Her çığlık sonrası yeniden normalleşme yılanına değil de,normalliğin yılanlarını öldürerek...Çığlıkları haykırarak...
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder