Birkaç günlük İstanbul gezisinde karşılaştırmalı fikirler kaldıraçında sallanıyordum.Ortak paydanın varettiği mekan ve toplulukların ince çizgisinde yürüyebilmenin zorlukları beni bu yazının başına oturtturdu diyebilirim.Şehir prototipi diyebileceğimiz bir kollektif ürünün bileşen tüm unsurları her bir yerlerde ortak paydayı oluşturuyordu sanki.Neydi herkesi ortak paydada buluşturan düşünceler ve eylemler? Ortak paydayı nesnel gerçekliğe erdiren kıstaslar nerede başlar,nerede biterdi? Ortak paydaları kurumsallaştıran güç, evrensel bir misyona sahip olmasından ötürü mü geliyordu? vb. soruların cevapları biraz da 'modernleşme' serüveninin şehir izdüşümlerini oluşturmaz mıydı? Benim ilk aklıma gelen şey ise,insanların kültürel ve yaşamsal edinimleri spesifik olmadığı ölüçüde anlamlı ve güvenli olmasıydı.Ortak paydayı yekpareleştiren normlarda tam olarak kendini başkalarıyla güvenli hissetmekten ötürü oluşan bir sendrom gibiydi.
Yönetmen Kutluğ Ataman'ın 'Aya Seyahat' belgeseli vasıtasıyla Nihal Bengusu Karaca ile gerçekleştirdiği söyleşiyi izlerken,Ataman'ın 'ortak payda'yı tanımlama biçimi dikkatimi çekmişti.Evrensel geçerliliğe sahip bir 'fast food' olgusu üzerinden insanları tek bir zeminde toplayan ritüellerdi söz konusu tanımlama.Tartışma; sanat ve sanatçı paydasında kavramsallaşırken 'fast food' olgusu çif kutuplu bir çıkarım elde etmemizi sağlıyordu.Şöyle ki,genel-geçer kabul görmüş ve beğeni kriterleri standartlaştırılmış bir yemek kültürü, bir taraftan kitlelere kollektif güven aşılarken,bir taraftan da bu kollektif çabanın dışında oluşan kitleye 'marjinalleşme' tehtidi savuruyordu.Bu çift ama kendi arasında paradoks ikilem 'ortak payda'nın sınırları içerisinde kaldığın ölçüde güvedesin izlenimi yaratıyordu.Bu şekilde oluşan 'marjinal' topluluğun da yine kendi sınırlarında 'ortak payda' yı bulması söz konusu olabilirdi.Yada spesifik buluşma noktaları diğer 'ortak payda'lara karşı bir başkaldırı biçimine dönüşebilirdi.Kutluğ Ataman kendi sanat yaşamını ve tutumlarını anlatırken 'marjinal' bir sanatçı topluluğun oluşturduğu 'ortak paydalar' inşa etmenin kaçınılmaz bir entellektüel tavır olduğundan dem vuruyor ve her şeklide 'ortak payda'ya karşı 'marjinal ortak payda' fikriyatını yeşertmemizi öneriyordu.
İstanbul gezisini özel kılan nokta, bu iki taraflı 'ortak payda' bir arada şaşılacak bir yakınlıkta varolabilmesi.Mekansal boyutta ele aldığımızda görünür olan bu birliktelik,sanki insanların halat-i ruhiyesine de yansımış durumda.Bu düşünceyi kanıtlar nitelikte olduğuna inandığım kültrel ve sanatsal dinamikler, İstanbulun kendini sürekli yenileyen aynı zamanda iki ortak paydayı farklı tezahürlerle oluşturabilen ontolojik yapısndan alıyor.
İstiklal caddesinde umursamaz bir kalabalığın ayak sesleri,Cihangir'in entellektüel ılıklığıyla yudumlanan içkilerin mekanları,Fatih'in açık bir muhafazakarlık portresi,Tarlabaşın'da tekinsiz bir atmosferin sarsıcı deneyimleri 'ortkak payda'ların savrulduğu yelpazeyide keşfetmemizi sağlıyor bir yandan.Modernleşme dediğimiz hızlı ve yakıcı serüveni de biraz bu 'ortak payda' larda aramak gerkemiyor mu?
Burada kritik olan bir diğer soru ise oluşan tüm 'ortak payda' ları uzlaştırma girişiminin ne denli gerçek ve sağlıklı olduğu noktasıdır.Bellli alanlarda bu mümkün olabilir.Fakat uzlaştırma eğilimi de her bir ortak payda normlarını diğer ortak payda dinamiklerine nüfuz ettirme çabası doğurabildiğinden,bir tür otorite çağrışımını beraberinde getirebilir.Öyleyse toplumsal meşrutiyetini oluşturan ortak paydaların,diğer marjinal ortak paydalar üzerinde bir tahakküm kurmadan gerçekleşmesinin yolları aranmalıdır.Böylece modernleşme serüveni İstanbul gibi bir şehirde farklı kültür ve normların gelişmesine katkı sağlayacağı gibi,tekdüze insanlığın da 'tek söz' sahibi olabilmesini engelleyecektir.
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder