Sözün mühürlendiği,vicdanın susturulduğu bazı zamanlar vardır.Kanla cilalanan,her yeni kan damlasıyla hızlanan çarkların yaşamı evirdiği zamanlardır bunlar.Uzak durmamız istenir o çarklardan.Uzak durmak ve zamanı geldiğinde böğründe paslanmış vicdanların arasında sıkışarak yutkunamadan ölmemiz beklenir.Yapılması gereken çok basittir; çarkların çok uzağında sandığımız, bahar melteminin huzurlu esintisine gövdemizi dayadığımız yorgun ağaç gölgesinde düşünmeden beklemektir.Muktedirlerin servis ettikleri menekşeler,güller etrafında etraflıca kaybolmak,baş döndüren kokuların hissiyatıyla şiirselliğimize boylu boyunca uzanmaktır.Bazıları vardır ki,tarihin tek sıraya dizdiği insanlığın arasından kaçıp kendi yolunu aramıştır.Aradıkça küçülmüş,küçüldükçe fark etmiştir menekşe güllerinin dingin bahçelerindeki huzurun pespayeliğini.Çarkların çiğnediği insanlığın ağır,yılgın,geçimsiz ve erdemli kesitlerini bir yerlerinde yaşatmış,onlarla varedebilmiştir kadim yalnızlığını.Geçen günlerde NTV'de konuşmasını dinlerken ağarmış saçlarını,koca yaşamına sığdırdığı sayısız karkaterleri gözlerimin önünden geçirirken,aynı zamanda zihnim bu kulvarda yolculuğa çıkmıştı Vedat Türkali için.O; muktedirlerin diliyle kan deryasına çevrilen coğrafyanın sayısısz gizli düş bahçelerini görmüş,barışı kutsamış ve hep bir yerinde yaşattığı başkaldıran yalnız adamı çarkların gövdesine kalkan yapmıştı.
Türkali,yaşamına sığdırdığı onca eserin gücüyle yılmadan,eskimeden,solmadan ve dipdiri tutuğu umudunu kaybetmeden barış tohumlarını ekti her bir toprak parçasına.Çok sonraları için şimdiden düşlediği güzel bahçeleri gerçek çocuklara armağan etmek için.Uğrunda ölünecek,kutsanacak vatanların hormonlu tohumlarını topraktan bir bir ayıklamak için yaşattı yorgun bedenini.Güven romanına sığdırdığı bir tarihin en dip,koyu ve çitlenmiş bölgelerine çıkardı bizleri.Gözkapaklarımızdan süzülen yaşların sahiciliğini hissettirmek adına iyice bakmamız istendi çarklar arasında yiten bir nesle.Yazdığı senaryolarla arkasından gelen sinemacıların ufkunu aydınlattı,her birinin göz perdelerinde beliren cılız ışıkları parlattı.Barış Pirhasan ve Deniz Türkali gibi sanat dünyasında özgün,söz sakınmayan isimlerin taze soluklarıyla yaşam alanı açtı hepimize.
Çıktığı TV programında; ”oyumu gerillaya veriyorum ama birilerini öldürmeleri için değil,dağdan inmeleri için” sözlerini; muktedirlern kabarmış kalın tüylerinin etrafa saçılan kirliliğine kulak asmadan söylüyordu.Umurunda değildi birilerinin savurduğu tehtitler,sığ sularında boğmaya çalışan kimi parazitler.95 yıldır inandığı,aşkla bağlandığı,tutku yapışkanlığını bulaştırdığı her yerinde 'barış,onur ve emek' kutsiyeti sallanıyordu.Türkali kanla beslenen bazılarını tabiki rahatsız edecekti.Tıpkı 95 yıldır ettiği gibi.Ama kimin umurundaydı bu?
Son ama asla bitmeyecek bu sözlerin imzasını tıpkı Yıldırım Türker gibi bende Vedat Türkali'ye şükranlığımı bildirerek bitirmek istiyorum.Yıldırım Türker'in Radikal'de kaleme aldığı 'Vedat Türkali ye Şükranla' yazısında tıpkı Türkali ile bağdaşan Brecth'in o muhteşem sözlerini hatırlayarak,hatırlatarak...
“Yollar bataklığa çıkıyordu benim zamanımda./ Konuştuğum dil ele veriyordu beni./ Elimden gelen çok azdı. /Fakat muktedirler daha huzurlu oluyordu bensiz/ Bunu umut ettim hep/ İşte böyle geçirdim ömrümü/ bu dünyada. //Haklıların gücü azdı./ Hedefse çok uzak./ Apaçık görünüyordu,/ benim ulaşmam olanaksız olsa da./ İşte böyle geçirdim ömrümü/ bu dünyada”
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder