13 Haziran 2011 Pazartesi

Bir Kadının Yaşamından 24 Saat

Stefan Zweig
Bahçemin hüzünlü ve solgun yüzünü olağan neşesi ve aydınlık çehresiyle Stefan Zweig ziyaret eder ara ara.Bu ziyaret biriken ve patlamaya hazır bir yanardağın duygu kıvılcımlarını harekete geçirir.Bahçemin her bir köşesinde hareketsiz,derin bir uykunun tomurcuklarını serpen duygulardır harekete geçen.Yaşamın kalp atışlarını müzmin bir hale getiren de,tutkunun yüksek topuk seslerini kulaklara çivileyen de onun gölgesinden kopan sesler ve görüntülerdir.Onun öykü,roman ve denemelerini bir kez koklayan kolay kolay zaptedemez içinde yeşeren duygu canavarını.Zweig'in kendi hayatını bir tercihle sonlandırması onun sahip olduğu özgürlük pınarı ve duygu şelalesine kof,paslı ve çürük nesnelerin atılmasıydı.Bir dönemin ve insanının elinde sımsıkı tuttuğu,bırakmaktan korktuğu ve geleceğin puslu bilinmezliğine fırlattığı bu nesneler, Zweig'i ölüm dostuyla uzun bir yolculuğa çıkardı belki de.Zweig'in Bir Kadının Yaşamından 24 Saat öyküsü; aşk,tutku ve ölüm ağaçlarını gökyüzüne sonu gelmez bir enginlikle çıkaran sihirli tohumlardan yalnızca bir tanesiydi.

Bir insanın tüm yaşamını zapturapt altına alan,onu çıkmaz sokakların tehlikeli kıyılarında gezdiren ve bir kişiye koşulsuz vaat edilebilecek bir bedenin çıplaklığına aldırış etmeden varolabilmek belki de Zweig'in karakterlerine özgü unusurlar.Ölüm onların yanında taşıdığı ve farkına vardırttığı en kutsal değer.Buradaki ölüm,anlamsızlığın dehlizlerinde kaybolma çıkışsızlığı değil daha çok anlamı olmayan bir yaşamın ölümle yeniden anlamlandırma çabasından doğan münferit bir sığınak.Zweig'in karakterlerini vareden,onları atan damarların payesine yerleştiren bir diğer silah ise tutku.Tukunun ölümle sarmaş dolaş,şehvetli ilşkileri Zweig'in tüm karakter genlerine işlemiş bir virüs gibi.Tutku,ölüm olmadan yalnız ve acılı bir köpeğin can çekişmesi kadar zavallı ve boş bir şey.

Bir Kadının Yaşamından 24 Saat öyküsü,işte böyle bir birlikteliğin ete kemiğe büründüğü bir yaşam alanı.Bir yaşlı kadının hayatında dönüm noktası olmuş,varlığını yüce bir sır gibi yıllarca içinde taşımış,ağırlığını zaman zaman taşıyamamış;savrulmuş,savrulduğu yerde yine onun anısına sıkıca sarılmayla kurtulabilmiş 24 saatin koca bir yaşama denk gelen gücünü hissettiriyor bizlere Zweig.Öykünün karakteri Mrs.C.Onu tanımlayabileceğimiz,bir kalıbın içinde tartabileceğimiz,yaşamından emin olabileceğimiz bir adı bile yok.Hayatına etki eden bir gün belki de onu bir kimliksizliğin soyutluğuna büründürmüş.Belki de,adının yerine geçen tutku gömleğini çıkaramamış yıllarca üstünden.Onunla nezih ve saygın bir otel bahçesinde tanıştık.Yaşını başını almış halini,aristokrat duruşun zerafetiyle ışıldayan gözlerini ve oturaklı duruşunu ilk kez orada hayal ettik ve onunla özdeşleştirdik kendimizi.Sessiz ama sessizliğinin bir tür erdemle buluştuğu yerde hemen onu gördük.Kırışık,hafif titrek ellerinde bir yaşamın dolambaçlı,bol yokuşlu yollarına tanık olduk.Hayatını kasıp kavuran o tek günü,otelde çıkan bir tartışma sonrası genç bir kızın aldığı tavırla iyice anımsayan ve ona herşeyi anlatmaya karar veren Mrs.C'nin dolambaçlı ve ıssız yollarında yürüme fırsatı yakalamış olduk böylece.

Monto Carlo'nun bir kumarhanesinde bir tutknun en canlı-kanlı, heybetli ve kor şeklini yaşadık duygu çemberimizde.Mrs.C'nin bir oyun masasında gördüğü ellerdi bu tutku canavarı.Bir adamın elleri..Yabacı bir adamın...Onun yüzüne bakmaya bile cesaret gösteremediği o tutkulu ellerdi Mrs.C'nin tüm hayatını tersyüz eden.Sayısız hareketlerle oyun kartlarını alan,dağıtan bu ellerde ne görmüştü...Kaybetmeye yakın bir arada birbirine kenetlenen,kazanma şevkiyle ayrışan,sinir haliyle birbirine giren,yıkılışla birlikte iki yana yorgun ve boşalmış vaziyette sarkan o ellerin her bir saniyesi tutkunun depreşen hareketleri miydi? Mrs.C o eller için hayatının geri kalan herşeyini kaybetmeyi göze alabilmeyi nasıl başarmıştı? Evet 24 sadece 24 saatin hayatını teslim aldığı o tutkulu eller.Onu ilk kez yaşama bağlayan ve koparan araf halini yaratan o ellerden başkası değildi.


Stefan Zweig'in Bir Kadının Yaşamından 24 Saati öyküsünün muazzam gücü,bir insanın tutku peşinde sürüklenen yaşamını ölüm yolculuğuyla bir arada yeniden anlamlandırma tutkusundan ötürü geliyor.Bu birazda,Zweig'in yaşadığı dönemin tüm acılarını büyük bir tutkuyla omuzlarına alabilemenin yaşam-ölüm paradoksuna denk gelebilme gücünü göstermez mi? Bana sorarsanız birazda öyle...

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder