Gözlerimizi açtığımızda kopuk hikayelerden geriye kalan tamamlanmamış rüyalar vardır ya;nerede olduğumuzu bilmediğimiz veya bildiğimiz halde elimizi kolumuzu kenetlediğimiz çaresizliğin kıpırtısızlığını yaşarız ya... Küçük bir çocuğun ağacın dalına sıkışan topuna hergün büyük bir hırsla zıplayışının ama asla ulaşamayacağı gerçekliğin yanılgısının adı değilmidir bizi var eden geçmiş ve şimdiki zaman.Topun yükseklerde bir şekilde sıkıştığını görür,ama neden topun oraya kaçtığını yani geçmişi bir türlü bilemeyiz veya hatırlamayız demek mi daha doğru.Geçmişin bizden habersiz yerde başlayan bir hayat mücadelesi var sanki.Top kaçmıştır artık uzayan heybetli ağacın uzun dalları arasına...Biz başımızı havaya kaldırırız yüzümüzü kaplayan cılız güneş ışıklarının altında...İki seçenek vardır;ya topu almak için didindiğimiz bir kısır döngünün varedeceği gelecek içinde kaybolmak,yada gözlerimizi topa dikerek önümüzdeki sarmal yoldan yürümeye devam etmek,geçmişi bırakarak,yanımıza almayarak,düşünmeyerek...
Şimdi Klee'nin 'Angelus Novus' adlı şu tablosuna bakar mısınız? Hayat karşısında düz bir bozkırda,sert rüzgarın tehtihkarlığında,sanki düşmanın o ağır ve ekşimsi kokusuyla karşı karşıya bir yalpalnamnın buhranını yaşıyor.Baktığı yerde kayaların paramparça,çocukların uçsuz bucaksız yeryüzüne dikilmiş kara pörtlek gözlerindeki hüzün ve kaybolmuşluk,acıların ve suçların o kayaların arkasına saklandığı hayaletlerin bir br çıktığı o an...Bir tür geçmişin itirafı gibi... Görünen ve görünmeyen,bilinen ve bilinmeyen,saklanan ve saklanamayan geçmiş hemde..
Birdenbire bir şok etkisi yaşar gibi.Ağzı açık bir biçimde,gözlerini ayırmak istemediği heyecanlı bir film finali gibi..Ama daha farklı.İki kutbun çekimserliğinde bocalayan bir ruh hali onunkisi.Bir yandan gözlerini diktiği şeye bakmak için tüm herşeyini saran ağlardan arınmak,hemde o ağların onu kuşatan konforundan kolay kolay vazgeçmeye cesaret edememek...Geçmişi hem merak etmek,hemde onun belirsizliğinde yoluna devam etmeye çalışmak.Tıpkı topu dalların arasından almaktan vazgeçip yoluna gitmeye çalışan küçük çocuk gibi...
Tercihlerin nereye ve hangi yöne tekabül edeceğini asla tahmin edemeyeceğimiz sisli bir bulvarın yolcularıyız hepimiz.Her ilerlenen adımda berrak,açık sandığımız yolların yoğun sislerle örülü gerçekliği karşısında çaresiziz.Geçmişle yüzleşememek,geçmişin kırpntılarını toplayamamak,acıların savruluşunu takip edememek sislerin bembeyaz yabancılığına boyun eğmek,ilerlemenin tabiatı gibi sanki.Gözlerimizi 'Angelus Novus' gibi dikdiğimizde geçmişimize, bizi bekleyen şey; feryadı duyulmamış bir acılı ana,cesedi yıkanmamış kimsesiz bir çoban,ölümün kimsesizliğinde uzanan sıra sıra ağaçlar...Angelus Novus gözlerini geçmişten ayırmamayı ve yüzleşmeyi başarabilecek mi dersiniz? Ben pek sanmıyorum.Çünkü 'Angelus Novus'u bir yandan yukarı çeken,yazgısını baltalayan,geçmişe gözlerini kapattıran o güçlü rüzgar var...Hayatın yani şimdiki zamanın bizi geçmişten koparan çekim gücü.
Gelin Walter Benjamin'in 'Tarih Kavramı Üzerinde'ki 9.tezine kulak kabartalım:
”Klee'nin 'Angelus Novus' adlı bir tablosu var.Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor:Gözleri faltaşı gibi,ağzı açık,kanatları gerilmiş.Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir,yüzü geçmişe çevrilmiş.Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri,o tek bir felaket olarak görür,yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket.Biraz daha kalmak isterdi melek,ölüleri hayata döndürmek,kırık parçaları yeniden birleştirmek...Ama cennet'ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştı ki,bir daha kapayamaz onları.Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken,fırtınayla birlikte çaresiz,sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir.İşte ilerleme dediğimiz şey bu fırtınadır¨
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder