”Ada değildir insan,bütün hiç değildir tek başına;anakaranın bir parçasıdır,bir damladır okyanusta;bir toprak tanesini alıp götürse deniz,küçülür Avrupa,sanki yiten bir burunmuş,dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi,ölünce bir insan eksilirim ben,çünkü insanoğlunun bir parçasıyım;işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını;senin için çalıyor.”
Hemingway bu satırları yazarken İspanya İç Savaşı'nı içerden takip etmek için 1937'de İspanya'ya gitti.Sonradır ki,'Çanlar Kimin İçin Çalıyor' da Franco rejimine karşı yürütülen gerilla hareketinin; kılcal damarlarını en ruhani edebi karakteristliğini kullanarak gözlemledi.Savaşın kanlı çayırlarında;yeşilliğin cennetini düşlerken,çam ağaçlarının gölgesinde uzak yıldızlara bakarken yarattık onu edebi düşlerimizin odasında.Ölümün kutsallığına sıcak battaniye seren,aşkın o sımsıcak,içten ve yekpare gerçekliğine sarılan gövdelerin gücüyle duyduk çanların bizim için çaldığını.Barışı çağıran,yaşamı kutsayan engin hayallerimizle.
Hemingway ile Kafka'yı tek bir bedene sığdıran; o kanlı çayırların ortasına büyük soğukkanlılıkla oturuşun kollektif kaderinde gizli değil miydi? Yalnızlığın dipdiri gözleriyle karşı karşıya gelişin ve arkana dönüp baktığında ayak izleri kaybolmuş bir insanlığın trajedisi saklı değilmiydi? Sisifos'un sürekli yılmayan bir direnişle yukarıya taşımakla yükümlü taşların ağırlığını hissettiren yalnızlık değil de neydi peki? Kaderin ortaklaştığı yerde yalnzılığın katran koyuluğu başlamıyor muydu? Kafka'nın 'Dava' sında sabahın belirsiz,puslu ve yağmurlu gününde, evin ortasında beliren karanlık,bir o kadar da korkunç adamların tutuklusunuz... demesindeki; demir kadar sert surat ifadesinin neye işaret ettiğini Hemingway bilmiyor muydu? Çanların çaldığı yerde yalnızlığın azgın sularına kapılan tüm insanlığın hislerine tercüman olmak böyle birşeydi belki de.Hemingway gibi Kafka gibi.
'Dava' da kendi mahkemesinin peşinde bir 'hiç' e dönüşen Josef K'nın hemen arkasında; boş çırpınışlarla kulaç atan,ama gidilecek yolun karanlığına aldırış etmeyen Sisifos'un, aynı belirsizliğin yolcuları olduğu o kadar belli ki.Bir şekilde Dava'dan herkesin haberdar olduğu ama haberdarlığın ötesinde davaya müdahil olmayan insanların, zaten çanların kendilerini için çaldıkları zaman da, kendilerine ortak olacak kimseler bulamıyacak kadar yalnızlığın yolculuğuna çıkacakları...İşte o zaman 'Dava'nın arkasından sürekli bir taşı yukarı taşırken,tam hedefe varılacağı esnada taşın aşağı düşeceği ve Sisifos'un kaderi 'Dava' yı ele geçireceği...
Kafka'nın bilinmeyen bir zamanda,hiçliğin ve yaşanmamışlığın bedenine hapsettiği 'K' karakteri ile ortak, hikayenin gelişimine paralel,en az hikaye kadar bulanık,bir o kadar da 'fıkra' malzemesi oluşturacak kadar benzer o eşssiz Rahip-K diyaloğunu anımsamak gerekiyor.Rahip'in K'ya anlattığı fıkraya göre Kafka;adaletini gerçekleştirmeye çalışan bir adamın mahkemenin önüne gidip bir bekçiyle karşılaşması üzerine,bekçi'nin mahkemeden içeriye giremeyeceği,burada oturup beklemesi gerektiğini söyleyip; adamın eli kolu bağlı biçimde iskemle çekip çaresizliğe kapılışının tarjikomik dünyasına sokar bizleri.Ta ki ölmüne kadar o iskemlede otururarak hemde...Adam yılların gövdeye yansımış yılgınlığı ile son nefesini vermeden hemen önce bekçiye eğlip şu soruyu sorar: ”Herkes yasayı öğrenmek istediği halde,nasıl oluyor da uzun süredir benden başka hiç kimse içeri girmek istemedi”...Bekçi'nin cevabı ise; ”Bu kapıdan girme hakkı yalnız sana tanınmıştı,bu giriş sırf senin için yapılmışı.Ben artık gidiyorum, kapıyı da kapatıyorum...”
Şimdi yazının girişinde ki Hemingway'in o eşssiz sözlerine kulak vermeliyiz.Sadece senin için oluşan kurumların,savaşların,davaların, arasında bekçiyle karşılıklı oturup,ömrün son saniyesine kadar yalnızlığın dört duvarına sıkışmanın soluksuzluğunu anlamak,çanların çaldığı yerden sonra iskemleye oturup yalnızlığa selam veren tüm Sisifos'ların kaderi görmek için.Çünkü 'Çanlar Bizim İçin Çalıyor'...
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder