26 Nisan 2011 Salı

Tezer Özlü ve Ölüm

Ölümün kaskatı gerçekliği ile ayyuka çıkan nesneler dünyasında bir arayış mümkün müdür? Ölümün arayışı..yaşamın tüm imkanlarıyla seferber ettiği  kalın duvarlarından sisli,puslu ve bilinmeyen yalnızlık çemberine sıçrayış mümkün müdür? Kendini yalnızlığa mahkum edebilmeyi,melankolinin ağır kokusunu hissedebilmeyi özgür kılacak cesaretle formatlanabilir mi insanlık?

Tezer Özlü'nün 'Yaşamın Ucuna Yolculuk' adlı anlatısında,ölümün; karanlık,izbe,küf kokan odalarda,tarihin ağır yüklerini ayaklarında taşıyan bir neslin kirlettiği caddelerde,tabutu andıran karanlık otel asansörlerinde,yabancı bir tenin başka tenleri anımsatan o şehvet anlarında bir yerde saklı olduğunu düşündüm hep.Çok düşünülmeyen,sınırlar ötesinde aranan,kapımıza uğramayacağını düşündüğümüz o hakikati,yani ölümü.

Avrupa'nın; havayı koyulaştıran gri bulutlarında,boş sokaklarında,duvarları aşınmış küçük cafelerinde,insanı küçülten dev yapılarında ölümün havası bir kütle gibi insanın üzerine çöktüğünü hissettiriyor bize Özlü.Cesare Pevesa ve Italo Svevo'nun güçlerini bu havanın katran yalnızlığı ile aldıkları,hep bir yerlerinde onu yaşattıklarını ve varoluşlarına dahil ettikleri sahici bir olgu olarak yeniden tanımlıyor.Özlü; Svevo'nun mezarının başında da,Svevo'nun kızıyla konuşurken de,Pevesa'nın insanın içine oturan o sözleriyle sarsıldığında da, ölüm onunla birlikte sahici ve kalıcı bir dost olarak sürekli yanında duruyor.Yaşamın dört duvar arasında sıkışmış ritüellerin,değer ve sistemlerin asıl olarak ölümün çaresizliğine boyun eğmek olduğu,ilişkilerin koca bir yalandan ibaret oluşu gerçekliğini saklamak ve mümkünse unutmak üzerine kurulu anlam dünyalarımızda biz her zaman ölüyüz diye sesleniyor pas tutmuş kulaklarımıza.Kalıpların paket halinde sunulduğu ve içinde ölümün yabancı ve korkutucu kokusunun sürüldüğü vitrinlerde hiç bir zaman hayat denilen dinamiğin ölüm ile sentezli sonsuzluğunu keşfedemeyeceğimizi seriyor önümüze.Küçük bir çocuğun çalışmaktan nasır tutmuş ellerini tutmadığımızda,bir yaşlı ağacın kollarını açan koynunda kaybolmadğımızda,erguvan ağaçlarının o eşssiz renk cümbüşlüğünde gözlerimizi parıldatmadıkça,üzüm bağlarının etrafında mekik dokumadıkça hayat denilen prangaların arasında her zaman esiriz.Ölümü düşünmeyen esirleriz haykırışlarında kayboluyor tüm o sözler.Duyulmadıkça,hissedilmedikçe...

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder