Latin Amerika'nın ve dünyanın en heybetli yazarı Gabrial Marquez'in 'Albaya Mektup Yok' adlı uzun öyküsünden seçtiğim satırları paylaşırken, 'beklemek' eyleminin etrafında meraklı çocuk gözleriyle dolanmaya başladım..Hayatın en olağan vakitllerinde varlığını anımsatan,bazen hayatın kendisi rolünü üstlenmiş inatçı tavrıyla yanımızda dikilen gerçekliğimiz...Umut olarak tutunulan o ince,kırılgan dalın her an elimizden kayıp düşmesi kadar vurucu ve sarsıcı uzun bekleyişlerin derin iç dalışlarını yaşarken;dokunamadığın ama bir yerlerde yaşattığın sevgiliyi,çocuk kokusunu,ana feryadını duyarken cebelleştiğin o manidar hüzün.
Marquez |
Albay her sabah yılların alışkanlıkları biriktirdiği şekilde, uzaklardan gelen vapur sesinin ılık esintisiyle besliyor en diri tuttuğu umudu.Postacının karşısında o dimdik 'asker' duruşunun altından fısıldıyor 'Mektup yok mu' diye.Sadece kendisinin duyduğu acıyı içine işleterek.Yine aynı sabah,uzaklardan gelen bir vapur sesi.Albay seslerin gülümser yüzlerine yine aldanmak istiyor,her sabah aldandığı gibi.Soruyor bir kez daha 'Metup Yok mu' diye.Yetmiş beş yılın ona sunduğu kutsallığın aşılmaz duvarlarının arasında birkaç kez soluklanıp,devam ediyor hiç ulaşmayacağı gül bahçesine.
Yenilmez hissedilen yüksek gururun gölgesinde yaşattığımız hüzünle yoğrulu çaresiz yüzün;başı öne eğik, sessizce fısıldarken yakalanan gerçek çaresizliğimiz karşısında bekliyoruz gül bahçesinin huzurunu.Hep bir yerlerde duyulan vapur sesleri küçük bir yaşam dalı olarak sunsa da kendisini...bekliyoruz.Yılların kemirdiği sarsılmaz gövdenin çaresizliği iki heceye sığan o feryada dönüşünceye dek bekliyoruz :”Elinin Körü”...
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder