Kırmızı kerpiçli eve her vardığında,eskimiş derme çatma merdivenlerine oturup bir süre bahçenin huzur veren pastoral şiirselliğine kendisini bırakıverirdi.Herkesten intikam aldığı,kendisini dinlediği,hayallerini direkt olarak haykırabildiği,büyümenin sancılı hezeyanlarını atabildiği gerçekliğiydi orası.Taşra'nın kendisini kovalayan düşmanlığı'nın kalkan görevini üstlendiği 'ikinci baba' ve 'erkek' figürüydü ev onun için.Akşam hava kararrıncaya kadar orada duruyor,ders kitapları dışında yanına aldığı roman ve öykü kitaplarının içine dalıyor,türlü maceraların ortasında buluveriyordu kendisini.Hayal evreninde yarattığı türlü arkadaşlarıyla,okuduğu kitaplar hakkında tartışıyor,kendisini prens'in beyaz atında bulduğu gerçek prenses olarak hayal ediyordu.Babasını düşünüyor,onu evin içinde izlediğini bildiğinden babasına türlü masallar anlatıyor ve itiraflarda bulunuyordu.Evin etrafını saran sarmaşıkların korunaklı sınırlarında kendisini tanıyor,bilmediği özelliklerinin olduğunun farkına varırcasına keşfin sınır tanımaz ruhani havasına bürünüyor,adeta büyüdüğünü hissediyordu.Bahçe'nin her karışında mucizevi parçacıkların içine işlediği manevi gücün hazzına erdiği anların tadını,toprağa kıpırdamadan yatan bedeninde buluyordu.Bedenini onu kuşatan yapaylığın kaotikliğinden arındırcasına,toprağın 'ana' kudretine bırakıyordu.Zehirini akıtıyordu...Karşıdan hızla gelen arabanın korna sesisyle ayılır gibi oldu,camı açan kızgın sürücü tam küfrü yapıştırıyordu ki..karşıya geçmişti.Amaçsız bir şekilde yürümeye koyuldu.
Yaşadığı öyle 'an' lar vardık ki,geçen zamanın yokedici gücü karşısında saflığını yitirmeden,silikleşmeden öylece kalan berrak hatıralardı.Bulanıklığın yitirilmediği her günün acılı özlemini,kırmızı kerpiçli ev ile bütünleştirmişti.Babasının öldüğünü öğrendiği ilk günün ardından,arkadaşlarının kendisiyle alay ettiği yalnızlık günleri,çocukluğun 'kan' ile saflığını yitirdiği ilk adet gününün,annesi tarafından atılan sarsıcı tokadın şaşkınlığı,öğretmeninden hergün yediği hakarektler ile devam eden ama asla sonlanmyan bir 'yıkıcılık'ın tutsaklığını o ev ile yaşıyordu.
Üniverisiteyi kazanıp taşradan ayrıldığı vakitlerde de,vedalaşma faslının gözyaşına döndüğü hesaplaşmayı yine o ev ile yapmıştı.Bahçesine son kez gireceği (daha doğrusu öyle farz ettiği) günün,ürkek adımlarını attığı hüznün doruğunu içinde hisseder gibi olduğu günler yakasını bırakmıyordu çoğu zaman..Adımını attığı o anda gözyaşlarını tutamadan ağlamaya koyulmuştu.Çocukluğuna,yalnızlığına,mutsuzlukla sarılı dört duvar yaşamın sessizliğine,aldanışlarına,aşksızlığına boşalan damlaların düştüğü toprak;onu büyüten,sevgi tomurcuklarını bedeninin her yerine boşaltan 'ana' nın ta kendisiydi.Vedalaşmaya gelmişti...Biliyordu.Ama ne kadar uğraşsa da üstesinden gelemiyordu,ayrılamıyordu.Sarmaşıkları,apansız uzayan otları,paslı kapıları,kirli merdivenleri ile,onu ahtapot gibi saran evin kuşatıcılığına karşı koyamıyordu.
Geçmişle şimdi arasında gidip gelen zihninin dalgınlığını yendiği sigaranın nefesini üfleyerek,üstüne yürüyen kalabalığın hızlı adımlarını takip ediyordu.Karar vermişti.Bir kez daha gidecekti,taşra'nın geride kalan izlerini görmeye,uğrunda sayılı hayallerini yaşadığı kırmızı kerpiçli evi ziyaret edecekti.
(Devam Edeceğim)
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder