Luca Guadagnino'nun yönettiği 'Benim Adım Aşk ( lo Sono L'amorre,2009) filmi,ailenin tüm üyelerinin bir araya geldiği,mühim konuların konuşulacağı,ailenin soylu geleceğinin menfaatlerini barındıran birtakım kararların varileceğini sezdiren böyle bir gecenin koşuşturmasında açılıyor.Aile'nin başı baba Edordo'nun artık mal,birikim ve statüsünü devretmeye hazırlandığı anladığımız gecenin sonunda,ataerkil ilişkilerin mülkiyet tahsilini kutsallığın hükmüne elverişli ritüellerine uygun olarak açıkladığı 'kendi yerimi oğluma ve torunuma devrediyorum' sözleri ile biten bir gecenin sözleri olarak geçiyor, Recci ailesinin ihtişamlı tarihine.
Gecenin ağır aksak ilerleyen nihai gayesine; türlü hayalıkırıklıkların halı altına hızla süpürülmesi,gerginlikler ve beklenmeyen bir hikayenin şaşkınlığını ekleniyor.Bunların başında Emma'nın kızı Betta'nın baba Edoardo'ya büyük beklentilerle hediye ettiği resmin estetik bir yağlıboya resmi yerine,modern bir fotoğrafın çıkması; ardından Edo'nun (Emma'nın oğlu) kürek yarışında bir aşçıya yenilmesini hikayeleştirmesi gibi olayların yarattığı hayalkırıklıkların gerginliği hissediliyor.
Açılış sekansıyla naif bir huzursuzluğun artçı depremleri gibi görünen bu olaylar,daha çok Emma'nın üzerinden gelişen bir özgürlük hareketinin aristokrat değerlere karşı aşk'ı referans alan savaşın temsilciliğine soyunduracaktır.Emma'nın karakter yapısına içeriden ve dışarıdan iğreti durduğu her halinden anlaşılan aristokrat değerlerin,radikal bir dönüşümün topyekün bir savaş açması sonucu olarak değil,aşkın sınıfsallığını alaşağı eden bir haykırışla yapmış olması,bu tarza yakın benzer filmlerin düştüğü sığ bir melodramın dar kalıplarına sıkışmasını engellediği gibi,kendi dilni ve iradesini ortaya koyabilen gerçek söz sahibi bir modern başyapıta dönüştüğünü rahatlıkla iddia edebiliriz.
Edo'nun çok yakın arkadaşı olan aşçı Antonio'nun (filmin açılışında Edo'nun kürek yarışında yenildiği aşçı),Recci ailesiyle,yapmış olduğu harika yemeklerin etkisiyle ilişkileri koyulaştırması ve ayrıca Edo ile birlikte yaşadığı kırsal alanda bir restoran kurma hayali, bu ailenin sarsılmaz görülen dinamiklerin yerle bir olmasına kadar gidebilen bir trajedinin tetikleyicisi oluyor.Emma ile başlangıçta sınıfsal ve entellektüel farklılkların yarattığı kalın bir duvarın engelli ve ürkek bir çekingenlikle başlayan ilişkileri, yerini Recci ailesinin kökleşmiş burjuva ahlakının ataerkil düsturlar ile bastırdığı arzuların ortaya çıkmasına neden oluyor.Bu ilişkinin başlamasında,Emma'nın hem köklü aristokrat geleneğin dışaında kalan geçmiş yaşantısı,hem de kızı Betta'nın lezbiyen olduğunu açıklayan duygu dolu sözleri olduğu önemli bir gerekçe olarak gösterilebilirse de,aslında daha çok derinlerde bir yerlerde bastırılan,yaşanmamış hazsal dürtülerin aristokrasiye başkaldıran devrimci bir aşkın kendisi olduğunu görmemiz gerekiyor.
İtalya'nın gerçek dokusuna eriştiği,kasvetli kaotik atmosferden kurtulup yerini pastoral,renk cümbüşleri ile örülü neşenin hakimiyetine bıraktığı Emma ve Antonio'nun sevişme sahnesi, doruğa çıkan aşkın sınır tanımazlığını şiirsel ve stilize bir dille ortaya döktüğü harikulade bir sahne niteliğine bürünüyor.Filmin neredeyse tamamını ele geçiren kasvetli ruhaniliğin yerini alan, pastoral ahengle sarmaş dolaş aşkın kendini doğaya bırakan eşssiz iletişimi hepimizin Emma ile birlikte yüksek duvarları aşma cesareti gösterip,tatlı bir tebessümün paylaşılmışlığını tattrıyor.
Yasak bir aşkın vücudu saran,gizil bir gücün ve şehvetin tenlerinde dolaşan o dokunuşların,birbirlerine ve hayatlarına geri dönüşü olmayan zararların farkındalığı ile buruklaşan bir acının dokunuşlarına dönüşüyor.Kendisine Antonio tarafından verilen kübizmin doğasına denk düşen bir tablonun kitaplaştığı hediye vesilesiyle şüphe çektiği oğlunun bu ilişkiyi anlamasıyla başlayan tartışmadan,bir kaza sonucu oğlunun ölümüne dolaylı olarak da olsa neden olması böyle bir dramı kanıtlıyor.Küreselleşmenin çok uluslu şirketlerin geniş özgürlüğünü sağlayan yapısına entegre olam çabasıyla cebelleşen Ricci allesinin,bu olay vesilesiyle geri dönüşü olamayan bir yola girdiğini anlayabiliyoruz.(Oğlunun ölümüe neden olan kazanın gecesinde,olaydan birkaç dakika önce büyük salonda Hint asıllı bir işadamıyla görüşme yapılması ve adamın iki dudağından sızan 'Sermaya Demokrasidir' sözleri,Emma'nın yasak aşk ile vuku bulan özgürlüğüne gönderme yapan bir sahne niteliğinde olması Emma'nın durum hakkında derin bir yüzleşmenin de sağlayıcı oluyor)
Son zamanların kanımca en görkemli finallerinden biri olan yüzleşme sahnesi, aristokrat yaşamı geride bırakan Emma, karşısında ağlayan kızının bakışlarındaki haykırışa ortak olması,Emma'nın geçmişi ve içinde düğümlenen duyguların şiirsel bir dışavurumu olarak olağanüstü bir sahne niteliğine kavuşmasıdır.
Benim Adım Aşk, mizansen ve görsel atmosferiyle kurduğu pastoral ahengin bütün dinamiklerini filmin atmosferine başarılı bir biçimde yediriyor.Başlangıçta kurduğu loş sokakların ve gri tonlarla anlamlaşan kasvetin atmosferini, bilinçli bir biçimde terk ederek aşkın özgürleştirici doğasına uyumlu bir görselliğin tüm zenginliğini, şiirsel bir üslupla yansıtıyor.Son yılların en başarılı filmlerinden olduğuna kuşku duymadığım Benim Adım Aşk kaçırılmaması gereken özgün bir eser.
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder