Walter
Benjamin, Nikolay Leskov üzerine yazdığı bir denemede anlatıya dayalı
aktarılabilir deneyimin yok oluşuna tanıklık etmek ister. Gönüllü bir tanıklık
değildir bu. Daha çok, insanın yaşam süresi boyunca tüm edimlerine yön veren,
geçmişle kurulan kendilik ilişkisini an/anılar parçalarıyla
çoğullaştıran, şimdinin mevcut gerçekliğiyle geleceğin isimsiz mevcudiyetini
geçirgenleştiren insanlık halinin kırılgan imgesi ”mutluluk”la ilgili bir
tanıklıktır o. Çünkü, der Benjamin ”mutluluk imgemiz kurtarma ve kurtarılma
imgemizle birliktedir.” Deneyimi, ”stratejik deneyimin siper savaşı” ndan,
”iktisadi deneyimin enflasyon” undan, ”bedensel deneyimin mekanik savaş”
ndan, ”ahlaki deneyimin iktidar sahipleri” nden çekip almaya, onu yendien
kurtarmaya ve böylece mutluluk arayışını ”kötü tanıklıklar” dan elde etmeye
çalışan bir yazardır Benjamin. Böyle bakılınca ”Hikaye Anlatıcılığı”,
anlatan ile dinleyiciler arasında kurulan ve sözlü aktarım ile geleceğe taşınan
ortak bir deneyimin adıdır. Bu noktada, ”hikaye anlatıcılığı” nın yerini
almakta olan enformasyon çağına karşı parçalara bölünmüş, eski dönemlere
saplanıp kalmış, ’yitip gitme tehdidi” ile karşı karşıya kalan bir geçmiş
imgesini kurtarmaktır esas olan. Yani, deneyimi yeniden canlandırmaktır.
Karşımızda
”geçmiş” ve ”gelenek” gibi muhafazakarlığın bolca beslendiği bir alanı, egemen
siyasetin otantik/dilsel simgeler aracılığıyla piyasanın seferberliğine sunduğu
bir kültürel atmosferi ”tehlike anında” kurtarma perspektifinden okumaya,
”geleneği hakim sınıfın, onu hükmü altına alan konformizmin elinden çekip
almaya” gayretli bir yazar var. Başka bir deyişle, kaybolmakta olan geçmişi
geleceğin tüketim/pop nesnesine dönüştürmeme, onu deneyimin bir parçası kılma
isteminin var ettiği bir yazar... Burada her ne kadar geçmiş/gelenek söz konusu
olsada asıl olarak kurtarılması gereken deneyim, nesne, simgelerin
”gelecek” e aktarılması, yıkıntılardan oluşan tarih, söz ve sanat imgelerini
”gelecek” fikri üzerinde temellendirme gayesi olduğunu söyleyebiliriz.
Benjamin'in tarihten estetiğe estetikten edebiyata kadar kurcaladığı hemen her
meselenin altında deneyimi geçip gitmekte olanın, kayıp zamanın, yitik
nesnelerin etrafında gezdirip ”gelecek” üzerine inşa etme arzusu onun aynı
zamanda tarihsel maddeciliğini de en iyi şekilde karakterize eden şeydir.
Baudelaire'in ”Geçen Bir Kadına” adlı şiiri hakkında düşünürken bir kimsenin
arkasından atılan son bir bakışta, kalabalığın içinde hemen yitiveren iki
insanın anlık göz göze gelişinde deneyimin kendisini görür. Ya da Proust'un
”Kayıp Zamanın İzinde” sinde yazma eylemini ”edebiyatla hayat arasında gittikçe
artan uyuşmazlığın alabildiği en yüksek fizyonomik ifade” biçimi olarak onda
deneyimin yeni imkanlarını bulmakta gecikmez. Gerçeküstücüleri eleştiririken de
doktor kontrolünde kullandığı afyonun nesneler dünyasıyla ilişkisine yönelir ve
onları sürreal alanın dışına taşımak, dünyevi ve maddeci kılmak, devrimci
deneyimin enerjisine yöneltmek gereğinden bahseder. Tüm bunlarda Benjamin'in
deneyimi kurtarma ve onu farklı yollarda yeniden yaratma kaygısının sürüklediği
bir ”gelecek” imgesi belirmiş olur. Bu doğrultuda birtakım soruların
varlığı önem kazanıyor. Deneyimi yeniden yaratmanın bir geçmiş imgesiyle,
geçmişin yitirilme tehlikesi taşıyan unsurlarıyla doğrudan ilişkisini hangi
araçlarla sağlayabiliriz? Örneğin bu araçlardan bir tanesi edebiyatsa geleceğin
edebiyatını kaybedilenin, kaybedilene duyulan hüznün deneyiminde kurma
pratiklerini nasıl ortaya atabiliriz? Toplumsal, siyasi ve tarihsel değişimler
hangi koşullarda neleri kaybetmemize, hangi deneyimleri yitirmemize neden oldu?
Egemen sınıfın kültürel kodlarına, kitle kültürünün arzu ve beklentilerine
uyumlu, konjoktürel/ideolojik ihtiyaçların giderilmesine yönelen sanatsal
üretimler geleceğin edebiyatını yaratırken nelerin üzerine basıp geçti?
Benjamin'in metinlerine aşina olanlar onun ”tarihsel maddecinin asıl
meselesi...” şeklinde ele aldığı konuları gayet iyi bilirler. Nurdan
Gürbirlek'in Tanpınar'a atfen söylemiş olduğu şu iki kelimeyi tarihsel
maddecinin serencamında okumak böylece mümkün hale geliyor: ”Kayıp
estetiği”. Benjamin'in farklı temaları birarada işleyen metinlerinde temel
kaygının ”kayıp estetiği” ni yaratma çabası olduğu söylemek güç değil. Öyleyse
şöyle bir soru karşımıza çıkmakta? ”Kayıp estetiği” ni geleceğin edebiyatını
oluşturmada bir imkan olarak görebilir miyiz?
Edebiyatın
Türkiye'deki geleceğini ele almak kuşkusuz değişen toplumsal dinamikleri, 12
Eylül sonrası oluşan kültürel ortamı iyi irdelemekten geçiyor. 12 Eylül, bir
faşist darbenin kaybettirdiklerini nicelik olarak salt baskı, işkence ve
kıyımlardan ibaret olmadığı gerçeğini göstererek; ters yönde özgürlük ve
bireysellik söyleminin her yere nüfuz etmesine, daha önce hiç olmadığı kadar
cinselliğin söze kışkırtılmasına, Nurdan Gürbilek'in yerinde saptamasıyla
kültürel iklimin iki ucunun birinde sözün baskılandığı diğer taraftında sözün
patlak verdiği bir dönemin koşullarını hazırlamaya itmiştir. Bu koşullar
üzerine yerleşen edebiyatın en çok deneyimin eksikliğine daha kötüsü
neo-liberal kültürel piyasanın tekelinde yeniden üretimine tanık olmaktayız.
Böylesi koşullarda deneyimi yitip gitmekte olan bir kaybın, o kayıptan beslenen
bir edebiyatın merkezine yerleştirmek en büyük ihtiyaç olarak karşımıza
çıkmakta.
12 Eylül
sonrası kültürel ortam kendisini en çok bireysellik söylemi üzerine inşa etti.
Kolektif değerlerin, dayanışma ve örgütlülüğün arkaik sayıldığı, onun yerine
girişimcilik ve rekabetin ön plana çıktığı yeni deneyim alanlarını yarattı.
Edebiyat, söz konusu deneyim alanlarını resmi ideoloji ve çağın bireyci
ihtiyaçlarına göre belli başlı kategorilere ayırdı. Küresel kapitalizmin
yaşamın her alanını kuşatan yayılmacılığının etkisi ile edebiyat yayın
sektörünün pazarlama aracına dönüştü. Hal böyle olunca, 12 Eylül'de yaşanan
kayıpların, yitirilen değerlerin anısına sahip çıkabilecek, darbenin
yıkıcılığına doğrudan dahil olanların söz, söylem, algı ve pratiklerinde
deneyimin devrimci enerjisini dönüştürebilecek, ”kaybın estetiği” ni bir
tür anlatı zeminine yansıtabilecek ”başka bir edebiyat” ın varlığı devam etti
etmesine fakat onu üretecek mekanizmaların aşındığı bir dönemin hezeyanları
halen sürdürüyor. Deneyimin sektörel bazda departmanlaştırılması, içinin
boşaltıp kitle kültürünün beklentilerine sunulması ise edebiyatı sınırlamalarla
ifade bulan bir mutlakiyetçiliğin hakimiyetine itti. Kısacası, deneyimin kaybı
tamda Şükrü Argın'ın harika saptamasıyla ”belirleyici
olanın edebiyatın ’muhafız birlikleri’ değil, ’piyasanın taaruz’ birlikleri
olduğu” bir alanın içinde gerçekleşti. Şimdi sorulması gereken şudur:
Benjamin'in enformasyon çağına karşı ”hikaye anlatıcı” nın izinden gitme
ısrarındaki o duygu ”piyasanın taaruz” birliklerinde düğümlenen ”dehşet”
değilde nedir? Bu dehşet duygusundan beslenen bir edebiyat eğer ki
”gelecek”e taşıncaksa , yitirilenlen/kayıp edilen zamanın kaydını tutacaksa,
bir ”itiraz”dan öte ”isyan” ın edebiyatı olacaksa ”kaybın estetiği” ni
yaratmakla sorumludur diyebilir miyiz?
Sonuç
olarak, ”Geleceğin edebiyatı” nı konuşurken biçimsel, türsel ve politik
adlandırmalardan belli oranda kaçınmaya çabalamak; edebiyatı belli ahlaki ve
ideolijk kalıpların nesnesi, onu kültür endüstrüsünün bir parçası kılmaya
meyilli bir ”tarih” anlayışını reddetmekle eşdeğer bir tutumu gerekitiriyor.
Örneğin yakın zamanda muhafazakar edebiyat olur mu olmaz mı sorusu etrafında
dönen beyhude tartışmaları kabaca ” olamaz” şeklinde cevaplama gereği
belki de bundan. Daha önemli bir başka nedeni, tarihi kazananların cephesinden;
bir ihtişamın, zaferin, haşmetin ”ruh” undan okuma ısrarı, kültürü egemen
sınıfın ehlileştirici doğasına kanalize etme gayreti, sanatı siyasal rejimin
sınırlarına devşirme arzusu en nihayetinde ”geleceği” biçimlendirme isteminden
ayrı düşünülemeyeceği için. Muahafazakar sanat böylesi bir ”gelecek” fikri
üzerine kurulabilir ancak. Herşeyden önce, 12 Eylül sonrası oluşan toplumsal
tahribatın, , tarihin ağır yükü, yarattığı yıkım ve bireysel çöküşden,
hatırlamanın ebedi bir unutuşa sürüklenme halinden mustarip bir geçmiş imgesini
”hikaye anlatıcı”nın kayıp deneyimiyle aşmaya çabalayan edebiyat ancak ve ancak
bir ”gelecek”e taşınabilir. Kanımca, Benjamin'i bu denli önemli kılan şeyde
düşünsel hayatını bu çaba etrafında yoğunlaştırmasıdır.
Not: Bu yazı Lacivert'in 54.sayısında yayınlanmıştır.
andacyazli@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder