1 Mart 2012 Perşembe

Justine




Giriş kapısının her açılışında dışarıdan gelen kuru soğuk havanın ensemdem vücudumun her zerresine yayılan ürpertsiyle kendime gelir gibi oluyorum.Oturduğum yer her zaman ki sakinliğiyle yarı karanlık, kirli duvarlarıyla tembel adımların gösterişsizliğine alışkın müşteri kalabalığını selamlıyor. Eskimiş koyu tahta masalarıyla zaten küçük olan alanı iyice daraltmış ikili üçlü grupta kimseler ansızın akın etmeye başlıyor.Yüzüm pencere kenarına çevrik beklentisiz yürüyen,bakışlarla konuşan,adımlarla selamlaşan insanları izliyor.Cılız kar serpişlerinin rüzgarla hoyratlaşan savruluşlarından sonra kaldırım kenarlarını isteksiz yalayışları ile sona eren yolculukları her nedense az önce bitirmekte olduğum kitabın satırlarına geri götürüyor beni.Henüz ısrarla saydam,kuvvetsiz ışıklarını esirgemeyen güneşin aydınlattığı bu ikindi kış öğlesinde oradan oraya sürüklenen insanların gölgesinde savunmasız,kavruk bir halde Justine'i düşünüyorum.Lawrence Durrell'in kaleminden okka gibi fırlayan; fırladığı anda ışıldayan,görkemleşen ve tutkularının kabarışında yuvasız kuş gibi sönükleşen bu İskenderiye güzelini anımsarken tıpkı düşen kar tanelerinin hüznüyle beyazlara bürünüyorum.

”O ne de olsa bir İskenderiye'liydi” sözünün Akdeniz'in gizemli,aldatıcı,ölümsüz kent imgesiyle birlikte fısıldandığı, kabına sığmayan özgür bir kadın portresi çiziyor bizlere Durrell.İngiliz edebiyatının altmışlarda yepyeni bir solukla,anlatış ve eyleyiş tarzıyla anılan yazarların belki de tek duayeni bu isim.Freud, Eisntein,Sade gibi kuramcıların cinsellik ve sevgi üzerine çalışmalarını şiirsel yazınının estetik ve bilimsel aracı olarak kullanarak,kendisinin de belirttiği üzere ”çağdaş sevginin irdelenmesi” meselesini her boyutuyla kavrama derdinde.Freud'un kuramlaştırdığı her ilişkinin dört kişiyi ilgilendiren tarafı ile Sade'in sevişmenin hiçbir türlüsünü suç saymayan görüşünün harmanlandığı bu dörtlüde Justine'i farklı açı ve noktalardan tanıma fırsatı yakalıyoruz.Dörtlünün ilk bölümünü oluşturan ”Justine” İrlandalı bir öğretmenin tuttuğu günlükler vasıtasıyla pekişiyor zihnimizde.Bu kişi aynı zamanda Justine'nin sevgilillerinden biri.Evlilik dışı kaçamaklarının kaçınılmaz birlikteliği ile yolları kesişen erkeklerin gerek birbirleriyle gerekse de Justine ile bağını bizlere aktarıyor.


Justine'nin kocası banka milyoneri Nessim,anlatıcının sevgilisi Melissa ve diğer karakterlerin (Balthazar,Clea) her biri Justine'de özel bir anlamın yükünü kucaklıyorlar.Sanki herkesin yüksek perdeden kendi içine haykırdığı,söz dinletemediği,dizginleyemediği soyut bir tükenmişliğin baharını temsil ediyor onlar için Justine.Nessim'in yer yer kıskanç,tedirgin edici çoğu zamanda uysal ve çevik sarkacının bir oraya bir buraya sallanışına tanık olduğumuz her vakit,Justine değişik çehrelere bulanıyor.Melissa'nın sevgilisine sunamadığı,onda yarım kalmışlık duygusunu kamçılayan burukluğu Nessim'de aradığında veya benzer şekilde Nessim'in Melissa'da kenetlenen güçsüz meraklı bakışlarının altında yatan ”tamamlanmamışlık” çizgilerini hayal ettikçe bambaşka Justine imgeleminde gezintiye çıkıyoruz.Nede olsa ”nefret tamamlanmamış bir aşkın kendisinden başka birşey değildir” serzenişleri, Justine'nin apaçık görüntüsünde gittikçe koyulaşan bir gölgenin gelecekteki zahuri karanlığını her bir erkeğin benliğine işleyecek.Sadece erkekler değil Justine'in varlığı ve yokluğunda hayatlarına damlayan kar taneciklerine maruz kalanlar.Kitabın son bölümünde Clea'nın gözüyle tanık olduğumuz başka bir Justine'de çıkmıyor değil.Hem de olanca büyüleyici zerafatını kaybetmiş,yüzünün ve biçimli vücudunun hantallığında yumrulaşmış,bakışlarının sıradanlığında sersemleşmiş bir kadın olarak.

İskenderiye eski heyecanından çok şey yitirmiş; her gün yeniden keşfe çıktığın,kendini yeni baştan gövdelerin mekanında var ettiğin,soluk soluğa şehvetli dansın ortasında ruhunu aşkın o biricik ezgisine emanet ettiğin İskenderiye yok şimdi karşında..Justine'in şehri terk edişi, benliğin anılarında dile gelseydi  bu sözler her bir karakterin ortak yazgısına dönüşür müydü diye düşünmeden edemiyorum.Kar şiddetini artırarak kaldırımlara iri iri düşmeye başlıyor.Ben tüm bunları düşündükçe rüzgarla hiddetlenen karın söz dinlemez hırçınlığına gözlerim dalıyor.Justine gibi olanca endamıyla süzülerek hızlı ve kararlı inen bir kar tanesinin kaldırıma çarparak eriyip yok oluşu karşısında büyüleniyorum.

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder