15 Şubat 2012 Çarşamba

Martin Eden:Bir Yol Ayrımı

Kimi yapıtlar vardır, yaratıcısını zorunlu bir seçimin arenasına iterler.Yazarın kendisiyle kimi zaman doğrudan kimi zaman örtük savaşının son kılıç hamlelerini oluştururlar.Bu tercih,yazarla önceki yapıtları arasında esaslı bir kopuşun göstergesi olmayabilir her zaman.Daha çok özlü bir itirafın,yüzleşme ihtiyacınının,mevcudiyetini borçlu hissettiği çatışmacı duyguların dışavurumudur.Jack London yarı otobiyografik eseri ”Martin Eden”i kaleme almadan önce geçirdiği pek çok deneyimin yazarlık serüveninde bir yol ayrımına gidebileceğini öngörebilmişmidir bilmiyorum.Fakat yazarın ”Martin Eden” hakkında kesinkes yargıları,onu önceden verilmiş bir kararın azimli takipçisi yapmaya yetiyor.Verilmiş kararın kendisi Martin Eden'in ölümünden başka birşey değil.Bu ölüm romanın bütünsel yapısını oluşturan,onu olay örgüsünün bir parçası kılan eylemlerden sonuncusu.Ama sadece hikaye içiyle sınırlı bir ölüm de değil. Öyleyse ”Martin Eden”da ”ölüm” iki yönlü ve oldukça alegorik bir son.Romanın sonunda ölen Martin Eden, Jack London'un gerçek yaşantısında yer etmiş ama yer ettiği kadar onda aşılması gereken bir tarafın da taşıyıcısı olmuş.Martin Eden'in ”bireyci” kişiliği, Jack London'un ”sosyalist” ”kollektivist” anlayışıyla temelde örtüşmeyeceği için,bir taraftan diğerinin ölümü gerekmekte.Jack London Martin Eden'i aşılması gereken bir kişilik içinde betimliyor.Aslında onu öldürürken kendisini yaşatıyor.Böylece yazar ”Martin Eden”'in ölümünden anti-kahraman bir karakter doğuruyor.Bu durum da ”Martin Eden” i hiç olmazsa edebi sınırlar içerisinde yaşatmaya yetiyor diyebiliriz.Şimdi gelelim ”Martin Eden” ve Jack London arasındaki benzerlik ve ayrışımlara.Şu soruları sorarak devam edebiliriz: Jack London'un hayata devam edebilmesi için Martin Eden karakterinde billurlaşan ”bireyci”lik ortadan kalkmalı mıydı? Peki,London ”bireycilik”in bir şekliyle  ölüme mahkum olduğunu düşündüğü doğasını neden gerçek yaşamında ortaklaşan eylemler kapsamında ele aldı? (aslında romanın neden yarı-otobiyografik türde yazıldığının dolaylı sorusu olarak düşünülebilir)  Daha da önemlisi bireyciliğin yerine idelaize ettiği (yaşattığı) sosyalist ve mücadeleci ”Jack London” Martin Eden'i ne kadar yadsıyor ve yansıtıyordu?

Metin arası incelemeler bu türden soruları cevaplayacak zengin içerikleri sunuyor kuşkusuz.Ama ben daha çok yazarın karşıtlık kurduğu ve birine karşı diğerini öne sürdüğü sözünü ettiğim ayrışım meselesini arşınlama niyetindeyim.Bunun içinde,romanın büyük bir kısmında geçen ve Martin Eden'in kararlarına olmasa da fikirlerine önemli ölçüde etki sağlamış Brissenden karakteri üzerinden genel tabloya bakmaya çalışacağım.Hikaye basit ve genel manada,alt sınıfına mensup bir deniz işçisinin yazar olma hikayesi üzerine kurulu.İlk olarak sınıfına özgü davranış kalıplarını benimseyen ve ona göre hareket eden kavgacı,gözüpek,kaba saba bir kişilik olarak tanıtılıyor Martin Eden.Kızkardeşinin geçimsiz kocasına ait bir pansiyonda yoksul bir yaşam sürüyor.Genelde geçici ve oldukça ağır iş şartlarında geçimini sağlamak için çalışıyor.Tesadüfen tanıştığı bir aristokrat adam sayesinde (ki bu tanışma faslı da kavgadan kaynaklı) misafirliğe davet ediliyor.Martin Eden'in yaşam algılayışını kökten değiştirecek ve onu büyük yazarlarından biri haline getirecek sürecin başlangıcı bu davetle beliriyor.Misafirlik boyunca daha önce hiç tanık olmadığı zengin,kibar ve soylu insanları gözlemliyor.Kirli,yoksul,kaba görünüşünü saklayamamaktan ötürü utanç duygusuna kapılıyor ve evin genç kızı Ruth'a daha tanışır tanışmaz aşık oluyor.Böylece kıza layık olabilmek ve onu kazanabilmek adına aristokrasiye özgü tüm kural ve ilişkileri öğrenmeye karar veriyor vs.

Hikayenin nirengi noktasını oluşturan bu davet aynı zamanda Martin Eden'in yazarlık serüveninin de fitilini ateşliyor.Jack London'un yaşam hikayesi bu minvalde olmasa bile belli ölçütlerde aynı doğrultuyu takip ediyor denebilir.Örneğin London'un işçi sınıfından geldiği, bir dönem deniz işçiliği yaptığı ve üniversite eğitimi alamadan kendi kendini yetiştirdiğini biliyoruz.Yazmaya ”yüksek aristokrat değerlerin”
etkisinde kalarak mı karar vermişdir bilinmez ama,sonuç olarak ”Martin Eden” ile yol ayrımına varana kadar uyumlu bir bütünlükle gittiği söylenebilir rahatlıkla.Bütünlükten kastı belki ilk olarak eylemsel ile fikirsel uzlaşının ’tematik’ bağlılığıyla açıklanabilir.Jack London ile Matin Eden'i bir yere kadar eştutumlu yapan şeyde,zaten bu ikilemin ’tematik’ kulvarda sürekli inşa edilen birlikteliği.Brissenden karakteri bu manada önem kazanıyor.”Martin Eden”in Herbert Spencer'dan devraldığı yaşam klavuzu onun dünya görüşünü birebir yansıtır boyutta.Spencer'e ve tabii Martin Eden'a göre toplum tanımı; bireylerin savaşımından maksimum kazanç sağlayan güçlünün zayıfa karşı zaferi olarak anlam kazanır.Evrim teorisinin en temel tezahürlerinden biri olan ”güçlünün ayakta kalışı” anlayışı Martin Eden'da protipleşir.Brissenden ise onun tam aksine toplumun yapısını ve çelişkisini belirleyen yegane belileyeci güç olarak sınıf kavramını öne sürer.Brissenden'ı sosyalist Martin Eden'i bireyci yapan özellikler basit şekliyle bu düzlemde nükseder.Brissenden'ın ortaya çıkmasıyla Jack London'un Martin Eden'a (daha geniş anlamda bireyciliğe) açtığı savaş böylece su yüzüne çıkmış olur.Jack London'un Brissende aracılığıyla çokdan ölümüne karar verdiği bireyci/Spencer'ci kişiliğine kehanette bulunmayı da ihmal etmez.Romanın bir bölümünde Brissenden'ın Martin Eden'a karşı sarf ettiği şu sözlerle bakalım: ”O bedeninle yalnızca gurur duyuyorsundur.Şeytansı bir gücün var.Sen genç bir partnersin,bir aslan yavrususun.Eh,bu gücün karşılığını ödeyecek olan da sensin...”

Jack London'un Martin Eden ile yol ayrımına kadar fikirsel ve eylemsel bütünlülüğünü koruduğunu daha önce söylemiştim.Brissenden'ın ortaya çıkışı bu dokuyu bozmak yerine onu aynı kalıp içerisinde muhafaza ederek başka bir mecraya taşıyor.Martin Eden ile yola çıkan Jack London nihayetinde Brissenden'dan yana tericihi net biçimde açığa vuruyor.Fikirsel-eylemsel bütünlük bozulmadan,aksamadan rayına oturuyor.Kanımca ”Martin Eden”in en büyük başarısı London'un bu bağı; karakterlerini yargılamadan,didaktik bir üsluba başvurmadan kurabilmiş olmasındadır.Kısaca ”Martin Eden” yol ayrımına gelen bir yazarın, ölümle yaşam karşısında zorunlu verilecek bir tercihin hayati romanıdır.Bir anlamda yaşamanın,ayakta kalabilmenin romanı...London'un şu sözleri bunu apaaçık ortaya koymuyor mu?

”Martin Eden için neden biraz üzülmeyeyim? Martin Eden bendim.Martin Eden bir bireyci idi,bense bir sosyalist.İşte bu nedenle ben yaşamaya devam ediyorum ve işte bu nedenle Martin Eden öldü.”


andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder