1 Şubat 2012 Çarşamba

’Amatörist’ Bir Entelektüelin Notları

Bir kimseyi kolayca tanımlamanın meşakatli hatta beyhude bir çabanın ürünü olduğunu bilenlerdenim.Hele ki bu kimse,düşünce tarihinin sıklıkla dile gelen,değer biçilen ve bizatihi düşünce eyleminin tarihsel bir ivme kazanmasının öncülüğünü üstlenen bir kişiyse.Ama böylesi bir kolaycılığın bazı durum ve şahsi deneyimlerde,tanımlayıcı unsurun ötesine geçebilen,onu tanımladığı biçimiyle evrensel bir imgeselliğin yolunu açabilen yaratıcı bir tarafı da yok değil.Ünlü 1993 Retih Konferansında entelektüel temalı bir panelde konuşmacı olarak katılımının ardından, sunuşunu kitaplaştırarak bizlere armağan etmesinin üzerinden tam 18,ölümünün üzerinde de topu topu 8 yıl geçmiş Edward Said'in.”Entelektüel-Sürgün/Marjinal/Yabancı” kitabının sayfalarında gezinirken kafama sıklıkla takınan bir soru üzerinde düşündüm: Dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan entelektüellerin konumları,sahip oldukları misyonları,edindiği deneyimleri ve en önemlisi temsiliyet biçimlerini uzun uzadıya masaya yatıran bir entelektüelin,kendisini hangi türden bir entelektüel protitipinde görmüş olduğu.Sunuşlardan da anlaşılacağı üzere Said'in kendisine yönelik en uygun ve açıklayıcı sözcüğün, ”amatörist” bir tevazuya karşılık geldiğini görüyoruz.Peki, konferansdaki konuşmasının ardından tam 18 yıl geçmesine rağmen, bugünden okunduğunda bizlere bir Edward Said panoraması sunan amatörizmi nasıl ve neye karşı açıklamıştır yazar? ”Kar ya da ödül beklentisiyle değil,tabloyu daha geniş çizmeye,belli çizgiler ve engeller arasında bağlantılar duyulan aşk ve dinmez bilmek bir merakla;bir uzmanlık alanına kapatılmayı reddederek,belli bir meslekten olmanın insana getirdiği her türlü kısıtlamaya rağmen düşüncelerine ve değerlere özen göstererek hareket etme isteğidir.” 

Said'in sıklıkla üstünde durduğu ve ”amatörist” özerkliği askıya almakla suçladığı ve nihayetinde onu bir tür baskı olarak cisimleştirdiği profesyonelleşme diğer tabirle lobileşme olgusunun üzerinde durmamız gerekiyor.Tersten bir soru sorarak başlayalım öyleyse: profesyonelleşme, bir entelektüelin genişleme arzusunun sınırlarını çizen,onu temsili bir dille konuşmaya zorlayan,daha da basitleştirirsek güdük ve kısıtlayıcı siyaset alanına hapseden birşey midir? Bu noktada,profesyonelleşme isteğinin veya dayatmasının tipik bir iktidar güdümüne girme ve salt maddi hedeflerin yanı sıra statü gibi belirleyici toplumsal aidiyetlerin garanti altına alınması olarak değerlendirebilir.Kuşkusuz bu türden bir bakış açısı,doğru varsayımları içinde barındıracağı gibi, entelektüelin dünyasında karşı konulamaz bir gerçekliğin onu tümden ehlileştirilmeye yazgılı sakıncalı bir dilinede sürükleyebilir.Edward Said'in Glenn Gould örneğini göstermesi bu açıdan önemli.Kanadalı piyanist Gould,sanat yaşamı boyunca  büyük şirketlerle anlaşma yapmış olması,müziğinde ”putkırıcı denebilecek ölüçüde sıradışı yorumlar getirmesine” engel olmamıştır. Ayrımı daha iyi yapabilmek adına,uzmanlaşmanın Said'in bahsettiği türden bir baskı aracı olduğu fakat aynı zamanda ’bilirkişilik’ gibi diplomatik türden daha tehlikeli bir rol üstleniciliğine de evrilebileceği akılda tutulmalıdır.”Diplomalı bilirkişi kültü daha çok savaş sonrası dünyaya özgü bir baskıdır.Bilirkişi olabilmek için uygun otoritelerden tasdikname almak zorundasınızdır;bunlar size doğru dili konuşmayı,doğru otoriteleri zikretmeyi,doğru sahada bulunmayı öğretirler.” 

Bilirkişilik meftunun meşruiyetini daha çok savaş sonrası kazanmış olduğunu biliyoruz.Yalnız bu durumun uç örneklerde rastlasılaşan oldukça kanıksanmış bir başka boyutu var ki, bunu bizzat Said'in yaşamında önemli bir yer tuttuğunu anladığımız bir anıdan yola çıkarak anlayabiliyoruz.Said bu korkutucu deneyimi iki kelimeye ”hedef iktisabı” na sığdırarak şöyle anlatıyor: ”Columbia Üniversitesi'nde yaşlıca görünümlü bir öğrenci bana gelip sınırlı sayıda öğrenciyi kabul ettiğim bir dersi almak istediğini söyledi.Savaşta hava kuvvetlerinde görev aldığını söyledi.Laf arasında bir an profesyonel zihniyetin ürkütücülüğünü kavrayıverdim;işini anlatırken-yetişmiş bir pilotmuş- ancak meslekten birinin kullanabileceği kelimeler sarf ediyordu.Israrlı bir biçimde sorduğum,”hava kuvvetlerinde tam olarak ne yapıyorsunuz” sorusuna, ”hedef iktisabı” diye cevap verince yaşadığım şoku asla unutamam...” Öyleyse profesyonelleşme/lobileşme sayesinde yüksek kariyer atılımları gösterebilen ve çeşitli olanaklarla kuşatılmış bir entelektüel imajına karşıt oluşturabileceğini iddia edebiliriz”amatörizm”in.Entelektüel uğraşların belli ideal ve hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik icra edilmesi,özünde söz söyleme sanatının ufuksal zeminini veya hangi noktaya kadar uzanabileceği hakkında konsensüs sağlayabilir.Entelejansiya ister bohemlik,ister sosyalist,ister metafizik hangi boyutta sergileniyorsa sergilensin,içinde rahat bir salaşlığı,söz dinlemez gevşekliği,gösterişsiz bir ironiyi,en nihayetinde amatör bir bilginliği taşıması gerekir.Tüm bunlar esas olarak Said'in tabiriyle ”heyecan duyma ve birşeyler keşfetme duygusun”a sahip çıkabilecek özelliklerdir.

İyi bir örnek teşkil etmesi açısından,James Joyce'un modern klasiği Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi (A Portrait of the Artist as aYoung Man)'deki Stephan karakterine denk düşen bir mizaçtan bahsedebiliriz.Seamus Deane: ”İngiliz dilinde bir düşünce tutkusunun tam anlamıyla sergilendiği ilk roman” diye bahseder.Burada önemli olan noktanın yani, ”Düşünce tutkusu”nun amatörizm meramımızı anlatmaya yarayan ne denli uygun bir kelime olduğu.Amatörizmi Stephan'da aşama aşama meydana gelen düşünce dönüşümünün,kendini keşfetmeye, özgürlüğün sınırları genişletemeye,sonunda da ”ister evim,ister yurdum,ister kilisem olsun,inanmadığım şeye hizmet etmeyeceğim:ve kendimi olabildiği kadar özgürce ve olabildiği kadar bütünlükle dile getirebileceğim bir hayat ya da sanat tarzı bulmaya çalışacağım,kendimi savunmak içinde kullanmasını bildiğim silahları kullanacağım:sessizlik,sürgün ve kurnazlık.” sözlerine kadar uzanan bir entelektüel yükselişte aramamız gerekiyor.

Son olarak Edward Said'i gerçek bir ”amatörist” entelektüel olarak kolayca tanımlamamıza cesaret sağlayacak şu sözlerle bitirelim yazıyı: ”Bir entelektüel gemisi battıktan sonra karada değil karayla birlikte yaşamayı öğrenen birine benzer;amacı küçük adamı sömürgeleştirmek olan Robinson Cruose değil,olağanüstü şeyler yaşadığı duygusunu hiç kaybetmeyen ve bir bedavacı,fatih ya da yağmacı değil de her zaman bir gezgin,geçici bir miafir olan Marco Polo'dur.”

andacyazli@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder